“TÜRKİYE TARIMINDA FIRSATLAR VE TEHDİTLER”
“TÜRKİYE TARIMINDA FIRSATLAR VE TEHDİTLER”
Türkiye, stratejik konumu, iklim çeşitliliği ve bereketli topraklarıyla sadece kendi halkını değil, bölgesini de besleyebilecek potansiyele sahip bir ülkedir. Ancak bu potansiyeli kullanabilmek içi güçlü vizyon ve kararlı adımlar gerekiyor.
FIRSATLAR:
Bugün Ülkemizin karşısında hem büyük fırsatlar hem de ciddi tehditler var.
Türkiye'nin Karşılaştırmalı Üstünlük Alanları:
Türkiye'nin iklimi, coğrafyası ve biyoçeşitliliği dikkate alındığında bazı tarım ürünlerinde dünya çapında karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir:
Bu Ürünler;
Fındık → Dünya üretiminin %67’si Türkiye’dedir (özellikle Karadeniz).
Kuru incir ve kuru kayısı → Dünya pazarlarında lider.
Zeytin ve zeytinyağı
Akdeniz ikliminin avantajıyla ciddi potansiyele sahip.
Üzüm (sofralık ve kuru) → Ege ve İç Anadolu’da geniş üretim.
Antep fıstığı → Güneydoğu’da verimli üretim alanı.
Mevsimsel Avantajlar
İlkbahar ve kış meyve-sebze üretiminde (örtü altı yetiştiricilikle) Avrupa ülkelerine göre daha erken hasat avantajı.
İklim çeşitliliği sayesinde aynı anda farklı ürünlerin üretilebilmesi.
Tarım kültürü geçmişten bu yana köklü bir yapıya sahiptir.
Avrupa ve Ortadoğu’ya Yakınlık;
Pazarlara lojistik olarak yakın olması taze ürün ihracatında büyük avantaj.
Organik ve Katma Değerli Ürün Potansiyeli
Özellikle Ege ve Akdeniz bölgeleri organik tarıma uygun.
Katma değerli ürün (örneğin: kurutulmuş domates, işlenmiş meyve) üretimi artırılabilir.
Yerli Tohum ve Genetik Çeşitlilik
Endemik türlerde dünyada bulunan yaklaşık 10 Bin Endemik türün 3 Bini Türkiye'de bulunmaktadır.
Bu, özgün ürünler geliştirmeye imkân sağlar.
Turizm ile Entegre Tarım (Agroturizm):
Türkiye’nin elindeki en büyük avantajlardan biri agroturizm ve ekoturizm. Dünyada doğal yaşam ve kırsal deneyimlere olan ilgi artarken, Anadolu’nun köyleri, yaylaları ve tarımsal üretim kültürü büyük bir cazibe merkezi olabilir. Tarım ve turizmin birleştiği projelerle (örneğin lavanta bahçeleri, üzüm bağları) kırsalda ek gelir yaratılabilir.
Bir diğer fırsat, Türkiye’nin aktarma merkezi olma potansiyelidir.
Tarımsal ürünlerde lojistik üs haline gelmek, yalnızca ihracat değil; uluslararası tarım ticaretinde söz sahibi olmak anlamına geliyor. Küresel ölçekte ise ABD ile Çin arasındaki ekonomik rekabet, yeni fırsatlar ve riskler doğuruyor. Bizim yapmamız gereken, Orta Asya’dan tarımsal hammaddeleri alıp katma değere dönüştürmek ve ihraç etmek. Fransa bunu yıllardır başarıyla yapıyor; biz neden yapmayalım?
Ayrıca, organize tarım bölgeleri ve örtü altı tarımı geliştirme çalışmalarıyla üretimde modernleşme mümkün. Yüksek verim ve katma değerli üretim için bu adımlar kaçınılmaz.
Tarım Diplomasisi:
Bugün dünyada “tarım diplomasisi” diye yeni bir kavram öne çıkıyor.
Rusya-Ukrayna savaşı sırasında Türkiye’nin tahıl koridorundaki rolü, aslında bize çok şey öğretti. Tarım sadece bir üretim faaliyeti değil, aynı zamanda bir diplomasi aracıdır. Hububat ticaretinde olduğu gibi, gıda arzının güvenliğinde Türkiye, jeopolitik konumu sayesinde tarım ticaretinde “oyun kurucu” olabilir.
Özellikle baklagiller gibi protein kaynaklarının stratejik önemi artarken, üretim kapasitemizi artırmak bize büyük bir avantaj sağlayacaktır.
Tarımın geleceğini belirleyecek olan başka bir alanda dijitalleşmedir. Akıllı tarım teknolojileri, sensörler, veri analizi ve yapay zekâ destekli üretim, rekabet gücümüzü artırabilir.
TEHDİTLERİ GÖRMEZDEN GELEMEYİZ
İklim Krizi ve Su Kıtlığı:
Kuraklık, ani sel baskınları, don olayları ve sıcaklık artışları artık olağanüstü değil, sıradan hale geldi. Su kaynaklarının azalması ise tarımsal üretim için en büyük tehdit. Eğer su yönetiminde bütüncül ve planlı bir yaklaşım geliştirilemezse, gelecekte gıda arz güvenliği ciddi biçimde tehlikeye girecek.
Tarım Alanlarının Daralması:
Sanayileşme, kentleşme ve kontrolsüz imar, verimli tarım arazilerini yok ediyor. Bir kez kaybedilen tarım toprağını geri kazanmak neredeyse imkânsız. Bu eğilim devam ederse, Türkiye’nin üretim kapasitesi ciddi anlamda daralacaktır.
Yüksek Girdi Maliyetleri:
Mazot, gübre, tohum ve ilaç fiyatlarındaki artış üreticinin belini büküyor. Çiftçi, emeğinin karşılığını alamayınca üretimden çekiliyor. Bu durum hem üretim açığını büyütüyor hem de tarımın sürdürülebilirliğini tehdit ediyor.
Genç Nüfusun Tarımdan Uzaklaşması:
Köylerde yaşlanan nüfus, tarımda en büyük sorunlardan biri. Gençler tarımdan uzaklaşıyor, çünkü emek yoğun, gelir düşük ve risk yüksek. Eğer tarım cazip bir sektör haline getirilmezse gelecekte üretici bulmakta zorlanacağız.
Dışa Bağımlılık:
Tohumdan gübreye, ilaçtan makineye kadar birçok girdide dışa bağımlı olduğumuz bilinmektedir. Küresel krizlerde ya da siyasi gerilimlerde bu bağımlılık üretimi sekteye uğratabilir. Yerli ve milli üretim stratejik bir zorunluluk haline gelmiştir.
Gıda İsrafı ve Kayıplar:
Tarladan sofraya uzanan süreçte ciddi kayıplar yaşanıyor. Depolama, lojistik ve pazarlama sorunları yüzünden ürünlerin %30’u tüketiciye ulaşmadan çöpe gidiyor. Bu da hem üretici hem tüketici hem de ülke ekonomisi için büyük kayıp anlamına geliyor.
İkinci büyük tehdit, dijitalleşmenin getirdiği siber güvenlik riski. Tarımda dijital sistemlere bağımlı hale gelirsek, fiber saldırılar üretim güvenliğimizi tehlikeye sokabilir. Bu nedenle yerli ve güvenli dijital altyapı şart.
Bir diğer önemli konu biyogüvenlik. Çekirge, kokarca gibi istilacı türler ve bulaşıcı hastalıklar, tarımı tehdit eden unsurlar arasında. İkinci Dünya Savaşı’nda bile tahtakurusu biyolojik silah olarak kullanılmıştı. Bugün biyogüvenlik sınırlarımızı korumak, en az askeri güvenlik kadar önem taşıyor.
Üstelik iklim değişikliği artık geleceğin değil, bugünün sorunu. Gece–gündüz sıcaklık farkları, yağış rejimindeki değişiklikler ve kuraklık, üretim standartlarımızı yeniden belirlemeyi zorunlu kılıyor.
Türkiye, tarımda hem büyük fırsatların hem de ciddi tehditlerin tam ortasında. Doğru stratejilerle hareket edersek tarımda oyun kurucu ülke olabiliriz. Aksi halde, potansiyelimiz tehditlerin gölgesinde eriyip gider.
Bugün tarımı stratejik bir milli güvenlik meselesi olarak görmek zorundayız.
Tarladan sofraya uzanan süreçte ciddi kayıplar yaşanıyor. Depolama, lojistik ve pazarlama sorunları yüzünden ürünlerin %30’u tüketiciye ulaşmadan çöpe gidiyor. Bu da hem üretici hem tüketici hem de ülke ekonomisi için büyük kayıp anlamına geliyor.
İkinci büyük tehdit, dijitalleşmenin getirdiği siber güvenlik riski. Tarımda dijital sistemlere bağımlı hale gelirsek, fiber saldırılar üretim güvenliğimizi tehlikeye sokabilir. Bu nedenle yerli ve güvenli dijital altyapı şart.
Bir diğer önemli konu biyogüvenlik. Çekirge, kokarca gibi istilacı türler ve bulaşıcı hastalıklar, tarımı tehdit eden unsurlar arasında. İkinci Dünya Savaşı’nda bile tahtakurusu biyolojik silah olarak kullanılmıştı. Bugün biyogüvenlik sınırlarımızı korumak, en az askeri güvenlik kadar önem taşıyor.
Üstelik iklim değişikliği artık geleceğin değil, bugünün sorunu. Gece–gündüz sıcaklık farkları, yağış rejimindeki değişiklikler ve kuraklık, üretim standartlarımızı yeniden belirlemeyi zorunlu kılıyor.
Türkiye, tarımda hem büyük fırsatların hem de ciddi tehditlerin tam ortasında. Doğru stratejilerle hareket edersek tarımda oyun kurucu ülke olabiliriz. Aksi halde, potansiyelimiz tehditlerin gölgesinde eriyip gider.
Bugün tarımı stratejik bir milli güvenlik meselesi olarak görmek zorundayız.