Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.47
  • EURO
    34.70
  • ALTIN
    2437.0
  • BIST
    9908.27
  • BTC
    63705.66$

TURPUN BÜYÜĞÜ HEYBEDE (1)

08 Aralık 2018, Cumartesi 09:56

1492 yılında Kristof Kolomb tarafından bilinen/keşfedilen ABD’ye Avrupa’lı sömürgeciler akın akın gitmişler, İspanyollar başta olmak üzere İngilizler, Fransızlar, Portekizler vd. güçlerine göre buralarda menfaatlerini aramaya koyularak sömürge ağlarını genişletmeye çalışmışlardır.

1787 Yılında kendi içindeki iç mücadelesini tamamlayarak İngiliz sömürgesini Ülkelerinden uzaklaştırmak isteyen yeni oluşum bağımsızlık naraları atarak Dünya’ya yeni bir doğuşun gücünü ve ayak seslerini duyurmağa yelteniyordu.

Daha 1800 yıllarda Kürt meselesiyle hemhal olan ABD, Müslümanların yaşadığı ve çoğunlukta olduğu bu diyarlara  The Middle East (Orta Doğu)  diyerek buralara birden bire bakış açısı çevirmesinin ve ikbalini buralarda aramasının nedeni ne olabilirdi ki? kendisi açısından hayati olan bu topraklara gözünü dikmiş ve namlusunu çevirmişti.

Tabi önce buralara şirin görünmek barışçıl amaçlı bir tavır ve hoşgörülü bir yaklaşımı yüzeysel manada gösterip, kendini kabul ettirdikten sonra esas amacına yönelerek el altından ve gizliden gizliye buralarda bir şeyler aramanın peşinden gitmenin telaşı, ABD yönetimin taşıdığı ve çıkarlarına uygun hareket ettiği bir biçimdi/ bir tarzı siyasetti.

Peki, ne yapmıştı önce bu ABD kafası? Evvela hoşgörü ve şirin bir yaklaşım tarzı ile karışık gelen, ilk yardımlar. Sözde insanlığa uzanan hizmet eli? Ama bu uzanan el, öyle bir el ki bir koyup beş alacak cinsten. Tamamen ABD düşüncesine uygun dizayn edilmiş misyonerler vasıtasıyla gerçekleştirilmesi hayal edilen bir yatırım.

BOARD ve ABCFM adlı misyonerlik elemanları tüm donanımları ile bizim gariban Kürtlerin bulunduğu aşiretler arasında öyle bir genişlik bulmuşlar ki, sanki anadan doğma kırk yıldır buralarda yaşamışlar, buraları avuçlarının içi gibi bilip öyle hareket etmişlerdir.

Hatta bir slogan dahi söylemişler ki bugün bile bu slogan buralarda misliyle yer altı ya da daraltı dinlemeden günün her öğününde, bulunduğu her ortamda, ABD şemsiyesinin güvencesi altında, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya devam etmektedirler.  

Ne olmuş biliyor musunuz önce; bakın bunlar bizim güzel İzmir’imizde önce bir karargâh oluşturmuşlar. Daha sonra işi iyice rayına koyduktan ve mevcut yönetimlerle anlaşmaları kendilerine uygun hale getirdikten sonra hareket alanlarını genişleterek, memleketlerinden çok çok uzakta olan bu özel topraklarda yani Osmanlı’nın sancağı altında bulunan bu kutsal yerlerde, sömürge ağlarını daha da çoğaltma isteği ile ağlarına yeni yeni yem koymanın zevkleri ve kazanımlarıyla dört köşe sarhoş olup, daha ayrıntılı çalışmanın ABC’ sini 29 harfe uyarlayıp bizim elleri, kendilerine ve kafa yapılarına uyan eller yapmaya gayret ederek çok çalışmalarının bu mükâfatlarını da, aşımıza zehir katarak bizleri birbirimize ve tuzaklarına düşürüp el çırparak oynamışlar, kazanımlarını ve ektikleri fitne tohumlarının mahsullerini insanımızın kanı üzerinden bugün dahi toplamanın mutluluğuna erişerek,  kafamıza geçirdikleri çuvalla işi son raddesine kadar ulaştırıp bugünkü konumlarına getirmişlerdir.

1863’de İstanbul’da açılan Robert Kolej, özellikle Van, Erzurum, Bitlis, Mardin, Siirt, Bağdat ve diğer yerlerdeki kurulu örgütlerle sağlanan yüksek temas sonucunda, buralara kültürel hizmet adı altında okullar açarak esas amaçlarını bu açılan kurumlar vasıtasıyla yürütmüşler ve buraları kendilerine birer karargah olarak kullanmışlardır.

Amaçları halkı ifsat etme ve kendi devletlerinin yayılmacı siyasetlerini buralarda hissettirme olan bu faaliyetlerle bulundukları ve gittikleri yerlerde halka yardımda bulunuyormuş gibi gözükseler de esas amaç tabi ki hem dini bir gayeye yani Hıristiyanlığa hizmet hem de artık bu faaliyetlerini sadece dini Olmayıp,  ondan da öte ve onun da önünde ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve İstihbarat boyutlu bir rant olmasıydı.

1890 yılında 118 Kilise ve 508 okul açılması bunların ne kadar aktif ve devlet desteği ile çalıştığının açık bir göstergesi değil de ya nedir?

Hatta durun daha da vahim olanı şu ki, bizim tatlı su ABD sevdalılarının bir görüşte çarpıldığı bu Amerikan Dünyasının eli kanlı gözü pek liderlerinden Başkan Theodore Roosevelt(muhtemel ki Yahudi asıllıdır, isterseniz bir araştırın) diyor ki 1898 yılında: “Dünya da herkesten önce ezmek istediğim iki güç, İspanya ve Türkiye’dir.”

Hadi İspanya’yı anladık da bunların yaşadığı yerlerde sömürge kurup onların menfaatlerine köstek olmuşlardı da peki gariban Türklerden ne istiyordu bu kefere ki böyle bir sözü serdetti? Tek neden acaba bizimkilerin Müslüman bir kimliğe sahip olmaları mıydı? Kendilerinin manfaatletini engelleyen bir kimlik ve şahsiyete ve bütünlüğe sahip olmalarımıydı onları böyle tedirgin ettiren ve söylemde bulunduran?

Bu ABD misyoner gâvurları Luka İncilini Kürtçe bastırıp onların arasında dağıtmışlar ama ne yazık ki kendilerine bizim Kürt insanımız Müslüman kimliği ile cevap vermiş ve onlardan yakaladıklarını derdest etmişlerdir.

Şu anlaşılıyor ki buralarda bulunan sömürgeci kâhyaların birinci amacı ister ABD formatlı ister İngiliz kravatlı olsun petrolden başka bir şey değildir.1870 yılında bu coğrafyanın yer altı petrol denizine sahip olduğu anlaşılınca, sömürge ruhuyla hareket eden kovboylar ve diğer müsteşrikler topluca bir menfaatin satranç savaşına tutuşup birbirini alt etmenin yollarını yakalayabilme adına, bizim dediğimiz bizden olanları da birbirimizle kırdırıp hedefe daha kısa yoldan ve daha az masrafla bu işi halletmenin aritmetik işlemleriyle de meşgul olarak işe bir bütün olarak bakıp hedefe ulaşmada her yolu mubah görerek kendilerinden olmayanları insan bile saymayıp onlara hayat hakkı tanımama yolunu seçmişler ve insanlığa büyük bir darbe vurmuşlardır.

Orta Doğu kısmen de olsa insanlığı ve bir arada bulunmanın hazzını bu topraklar da uzun yıllar Osmanlı sayesinde bulmuş ama ondan sonra Osmanlı’ya yaptığı ihanetin cezasını ve arkadan vurmanın belasını İsrail tarafından görmüş ve görmeye de devam etmektedir.

Bilirsiniz bir Wilson prensipleri meselesi ortaya atılmıştı. Sözde her Ulus kendi kaderini kendisi belirleyecek ve kimse buna karışmayacaktı. Bu Kürtler arasında dahi heyecana yol açmıştı. Ama gerçeği gördüklerinde bunların asıl niyetlerinin başka şeyler olduğu anlaşılmış ve samimiyetsiz olduklarının farkına geç de olsa varmışlardı.

Bu ABD’liler Washington’da bir Kürdoloji Teşkilatı da kurmuşlar Koomelei Huendekarani adında.

Benim anlamadığım şu: daha düne kadar Kürt kimliği yok diye diye  var olan bir şeyi yok saymanın marifet bellenildiği bir ortam da bundan uzun yıllar önce, Kürt kimliği üzerinde ayırımcı ve ayrıştırıcı bir politika izleyen bu  batılı sözde müttefik dostlarımıza karşı bizim hariciyemiz, hükümetimiz ve diğer yöneticilerimiz daha işin başında neden tedbir alma yoluna gitmediler de olan bir varlığı inkara saplanarak yok saymakla yetindiler. Bizim başımıza bu gaileleri açan batılılar hadi menfaatlerinin gereğini ve Islama olan düşmanlıklarını açıktan ve gizlemeden yapıyorlar ve yerine getiriyorlarsa, bizim yöneticiler neden bu olup bitenler karşısında bir şeyler yapamadılar ve bildiğimiz bugünkü durumlara geldik/getirildik, bunları sorgulamak gerekmez mi? (devam edecek)

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.