Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2463.7
  • BIST
    9898.81
  • BTC
    64430.69$

TÜRK MİLLETİNİN ZAFER TACI: AĞUSTOS

26 Ağustos 2021, Perşembe 08:50

Biz topraktan üretmeye çalışırken, tarihin yazılmasına vesile olan cennet mekan atalarımız toprağı kanlarıyla sulayarak o toprakları VATAN yaptılar.

Ağustos ayının Türk milli hayatında apayrı bir yeri ve çehresi vardır. Birçok büyük Türk zaferi, kati neticeleriyle millet hayatımızda yepyeni ufukların açılmasına vesile olmuştur. Ağustosu anlamak, yaşamak ve ufkumuza ışık tutması için duygularımızı yenileyip, göğsümüzü kabartalım istedik. Okusak, dinlesek de elbette tarihi bir yazıyı kaleme almak bizim için zor bir iş olacaktır. Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi gardaşım Zafer YILDIRIM ile yaptığımız sohbet ve verdiği bilgiler ışığında ağustos destanını yaşamaya çalışalım.

 “Aylardan Ağustos günlerden Cuma, gün doğmadan evvel iklim-i Rum’a, Bozkurtlar ordusu geçti hücuma, yeni bir şevk ile gürledi gökler, ya Allah bismillah Allah u ekber…” Rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bu müthiş dizeleriyle Malazgirt Savaşı’nı adeta gönüllerimize nakşetmişti. 26 Ağustos 1071 tarihinde Atam Alparslan Malazgirt zaferi sonrası “Size öyle bir vatan aldık ki! Ebediyen sizin olacaktır.” demişti. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Savaşı, 30 Ağustos 1922’de gerçekleşen Büyük Taarruz sonrası elde edilen zaferle Büyük Atatürk “Bazı zaferler sonsuza dek kutlanır.” sözü ile zaferlerin ebediyen kutlanması emrini vermişti.

Bununla birlikte 23 Ağustos 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e karşı kazandığı Çaldıran Savaşı, 24 Ağustos 1516’da Memlükler’e karşı yine Yavuz’un kazandığı Mercidabık Savaşı, 29 Ağustos 1526’da Kanuni’nin kazandığı Mohaç Savaşı ağustos ayının şahitlik ettiği büyük zaferlerimiz arasındadır.

Biz burada Malazgirt Savaşı’ndan ve Milli Mücadelemizin en önemli başarılarından bahsedeceğiz. Böylece ağustos ayının bizim tarihimizdeki yerini izah etmeye çalışacağız.

23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan Muharebesi, Türk İstiklal Harbi’nin dönüm noktalarından biridir. Birçok tarihçinin belirttiği gibi 1683 II. Viyana Kuşatması’ndan beri devam eden geri çekilme sürecimiz bu savaşta taarruza geçmemizle birlikte son bulmuş, kahraman ordumuz artık düşmanı kovalamaya başlamıştır. Yunanlıların Anadolu’nun içlerine girip Ankara’yı ele geçirme ve Sevr Antlaşması’nı kabul ettirme hayalleri bu savaşla yerle bir olmuştur. Savaş sürerken Gazi Mustafa Kemal’in söylediği “ Hatt-ı müdafa yoktur, sath-ı müdafa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.” sözleri artık geri dönülmez bir yola girildiğini gösteriyordu. Nitekim kahraman ordumuz 23 Ağustos’ta başlayıp 22 gün 22 gece süren savaş neticesinde düşmanı bozguna uğratarak bu var olma mücadelesinden başarıyla çıkmıştır. Bu öyle bir savaştır ki Atatürk, “Sakarya Melhame-i Kübrası” yani en büyük kanlı savaş olarak adlandırmıştır. Yokluklarla mücadele eden Türk ordusu, yazdığı bu destanla yeni Türk devletinin de temellerini sağlam bir şekilde atmıştır. Necip Fazıl meşhur şiirinde “ Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur, sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur.” dizeleriyle buna vurgu yaparken, “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya” sözleriyle de bu savaşın önemini anlatmak istemiştir.

Ve bu büyük zaferden yaklaşık bir yıl sonrası… Sakarya Zaferi kazanılmış olsa da düşman tamamen temizlenmemişti. Artık son bir hamle kalmıştı. Sakarya Savaşı'ndan sonra, kamuoyunda ve TBMM'de taarruz için sabırsızlık baş göstermişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922'de Büyük Millet Meclisi'nin gizli bir toplantısında endişe duyanlara şu açıklamaları yaptı: "Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür." Bu şekilde bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi bertaraf etmeye çalışırken, diğer taraftan da orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlıyordu. Bu kapsamda ordu komutanlarını Akşehir’e çağırdı ve düşmanın dikkatini çekmemek için bir futbol maçı bahane edildi. 28 Temmuz gecesi komutanlarla istişare ederek geçirildi. Ve sonunda 26 Ağustos günü Kocatepe’ye çıkan Mustafa Kemal Paşa büyük taarruz emrini buradan verdi. 30 Ağustos'ta gerçekleşen Başkomutanlık Meydan Muharebesi düşmanın direncini tamamen kırdı. Mustafa Kemal Paşa o tarihi emrini verdi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”. Sonunda 9 Eylül günü düşman İzmir’den denize dökülene kadar devam eden muharebeler Türk ordusunun kesin zaferiyle neticelendi. Yunan başkomutanı Trikopis esir alınmıştı. Bambaşka hayaller kuran Trikopis Türk’ün gücü ve kararlılığıyla tanışmak zorunda kalmıştı. Atatürk bu zaferin önemi hakkında Nutuk’ta şu ifadeleri kullanmıştır:

“Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım. Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.” 30 Ağustos tarihi 1926 yılında çıkarılan bir kanunla Zafer Bayramı olarak kabul edilmiştir. Bu tarihten beri de milletimiz tarafından coşkuyla kutlanmaktadır.

Tabi ki bu zaferler kolay kazanılmadı. Bunu gösteren en güzel örneklerden biri de Albay Reşat Bey hadisesidir. 

Mustafa Kemal Atatürk, Albay Reşat’ın şehit oluşunu TBMM’de şöyle anlatmıştır:
“Bir taarruz gününde (27 Ağustos 1922) en sol kanatta 57. Tümen'imiz taarruz ederken, kuvvetlerini biraz birbirinden uzakça bulundurmuştu. Bu nedenle düşman üzerinde kalıcı bir etki yapamıyordu. O tümenin kumandanı Reşat Bey adında bir albaydı. Bu kişiyi çok eskiden tanıyordum ve beraber muharebe yapmıştık. Suriye’de çok muharebeler yaptık ve çok kıymetli bir askerdi. Şahsen bana çok güveni vardı. Telefonla sordum: ‘Niçin hedefinize (Çiğiltepe) hakim olamadınız?’ dedim. Cevaben dedi ki; ‘Yarım saat sonra bu hedeflere varmış olacağız’. Halbuki yarım saat sonra bu hedefler elde edilememişti. Tekrar sorduğum zaman telefonda Reşat Bey’in son bir veda namesini okudular. Orada diyordu ki: ‘Yarım saat zarfında size o mevkileri almak için söz verdiğim halde, sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam’. 15 dakika sonra Çiğiltepe alınmış, ancak şehit komutan Albay Reşat Bey bu müstesna anı görememiştir. Ruhu şad olsun.” Zafer kazanıldıktan sonra buraya, Albay Reşat Çiğiltepe Anıtı yapılarak anısı ölümsüzleştirildi.

Ağustos ayından bahsederken asla unutmamamız gereken bir olay da 26 Ağustos 1071 tarihinde vuku bulan Malazgirt Savaşı’dır. Büyük Selçuklu Devleti’nin büyük hükümdarı Sultan Alparslan Bizans ordusunu bu tarihte bozguna uğratmış ve Anadolu’ya Türk mührünü vurmuştur. Aslında başına gelecekleri yani Türkler’in Anadolu’ya akın edeceklerini anlayan Bizans İmparatoru Romen Diyojen daha işin başında bu duruma engel olmayı kafasına koymuştu. Hem para hem de siyasi gücün etkisiyle büyük bir ordu kurdu. Kendinden emin bir şekilde günümüzdeki Muş ilimizin Malazgirt ilçesi yakınlarına kadar geldi. Aklında Selçukluları tamamen ortadan kaldırmak da vardı. Ama hesap edemediği bazı durumlar vardı: Türk’ün azmi, cesareti ve kararlılığı. Öyle ya, ölümü hiçe sayan ve ötesini hesap etmeyen bir ordunun karşısında hangi güç durabilirdi ki! Savaş öncesi Sultan Alparslan bazı kaynaklara göre bembeyaz bir kıyafet giydi ve şehid olursa bu elbisenin kefeni olmasını istedi. Bu şekilde son nefesine kadar savaşacağını da ilan etmiş oluyordu. Yine bazı kaynaklara göre savaştan önce ordusuna hitap ederek şu sözleri söylemiştir:

“Yiğitlerim, beylerim, askerlerim. Yerlerde ve göklerde Allah'tan başka sultan yoktur. Emir ve kader yalnız O'na aittir. Biz ne kadar az olursak olalım, onlar (Bizansılar) ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların bizim için minberlerde dua ettikleri şu saatlerde düşman üstüne atılmak istiyorum. Ya muzaffer olur amacıma ulaşırım ya şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler peşimden gelsin. Ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ben de ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini Allah'a adayanlardan şehid olanlar cennete, sağ kalanlar ise zafere kavuşacaklardır. Ayrılanları ise ahirette ateş ve dünyada da rezillik beklemektedir.” İşte böyle bir manevi havada başlayan savaşta Türk ordusu sayıca kendisinden çok üstün olan Bizans ordusunu büyük bir yenilgiye uğratmış, Bizans İmparatoru Diyojen esir alınmıştı. Malazgirt’ten yükselen ses insanlığa Hakk’ı müjdeliyordu. Türkler hızla Anadolu’nun fethini tamamlamış ve tarihin akışı bu zafer sayesinde bizim lehimize değişmiştir.

1071 Malazgirt’ten Milli Mücadeleye uzanan süreçte ağustos ayı özel bir öneme sahiptir. 26 Ağustos 1071’de Anadolu’ya vurulan Türk mührü, Milli Mücadelemizle bir kez daha cilalanmış, asla ve asla silinemeyeceği de tüm dünyaya ilan edilmiştir. Malazgirt’te cihat aşkıyla şehit düşen ve gazi olan atalarımızın manevi ruhu Milli Mücadele döneminde de aynen karşımıza çıkmıştır. Namık Kemal’in dediği gibi; Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-ı cihândır, Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır. ”Tüm şehitlerimize sonsuz saygı ve rahmetle…

#topragınadamı

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.