Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.99
  • ALTIN
    2461.1
  • BIST
    9886.72
  • BTC
    64422.64$

Ruhsal ve Düşünsel Değer Alanlarının İçerikleri Dünyevi Tutkular ve İd

16 Eylül 2017, Cumartesi 08:52

Toplumsal olaylarda ruhsallık taşıdığı izlenimi veren çoğu şeyler ve durumlar, aslında insanımız tarafından çürütülüp değersizleştirilenlerin yekunundan ibarettir.

Dolayısıyla dindarlığın özde değil sözde yayıldığı ahlakiliğin zayıflamasından anlaşılmaktadır. Bir tanıdığın şu ifadeleri durumu kısmen de olsa açıklamaktadır. Komşulardan biri, “senin babanı, köyde sevmezler. Çünkü baban doğru, dürüst, İslamiyet’e düşkün, kimsenin hakkını yemeyen, Allah dostu bir adam”, diyor”.

Belediye Başkanlarından birine demişler ki, “X kişisini meclis umum azası olarak al ki, dışarı gittiğinde gözün arkada kalmasın”. Ancak reis, X kişisini toplumda karşılığı yok diye onun yerine Y kişisini meclis umum azası olarak atıyor. O da damarına basıldığında başkanın yüzüne de gıyabına en ağır hakareti yapıyor. Dünyevileşmenin sarmalından kurtulamayan insanımız ideal değerlerin önüne yarar değerleri koymakla kendine yabancılaşıyor ve vicdanıyla çelişmek zorunda kalıyor. Müteahhit Bilo filminde “Namusluymuş namussuz herif” tiplemesi bir ara toplumda sıkça dillendirilir olmuştu.  

Çoğu din patentli çabalar, çoğu ruhsallık iddiası olan hareketler, çoğu manevi görünümlü eylemler, çoğu insani mesajlı kurumlar, özlerinden soyutlanmış, canlılıkları kurutulup maddileştirilmiş, hasılı ruhsuz insanın fizyonomisinin tutkuları haline getirilmiş örneklerdir.

Yeryüzünden fitne ortadan kalkıncaya ve din Mutlak varlık’ın oluncaya kadar yapılan tüm gayret, ceht, çaba ve eylemlerin adı olan “cihat” kavramı, salt insan öldürmenin odağına yerleştirilmeye çalışılarak içi boşaltılıyor. Şu anda cihat kavramını mütedeyyin Müslümanlar bile dillendirmekten ürküntü duyuyorlar.

Tanrı’nın adaletini yeryüzünde tüm insanlara ulaştırılması ve uygulanmasının adı olan şeriat kavramı, el, kol kesme, kadını mirasta ve şahitlikte yarım insan sayma, onu zorla eve hapsetme ve örtülere büründürmenin, yani köleleştirmenin adı haline getirilmiştir.

Müminlerin rablerine olan bağlılık ve sadakatlerinin, yakınlıklarının remzi olan “Kurban” kavramı, dört gün et şöleni yapmak için ne kadar semiz ve sağlıklı hayvan, -en fazla et çıkarılacak- varsa, onları kesip tıka basa et yemek anlamında kullanılıp utanılası bir cürüm durumuna düşürülmüştür.

Yahudilerin vaat edilmiş topraklarda Siyonist Devlet idealinin etrafında, Katolik Kilisesinin tüm Hıristiyanları siyasi birlik altında toplamayı hedeflediği ekümeniklik hedefinde birleşmeleri karşısında Müslümanların resmi sınırlarla değil de bir gönül bağlılığı anlamında siyasi birliğini çağrıştıran “halifelik” kavramı, günümüzde kafa kesme eylemleriyle birer cinayet şebekeleri olarak ortaya çıkartılan Daeş ve Boko Haram örgütlerinin dillerine doladıkları bir itici sözcüğe dönüştürülmüştür.

Cemiyetin esrarlı bir cazibe değeri yüklediği kadınların/kızların ziynetlerinin kem gözlerden ve cinsel tacizlerden koruyacağına inanılan “tesettür” kavramı, şimdilerde kadının tek gözü dışında başından topuğuna kadar siyah bir çarşafla örtülerek, bir öcüye dönüştürüldüğü kıyafetlerin adı olmuştur.  

Bu düşünsel ve duygusal yozlaşma durumu bir sonuçtur. Bunun nedeni olarak ister dindar kesimin bilgi yetersizliği, ister Hz. İsa’dan sonra bir peygamber gelmesine, Hıristiyanlıktan sonra bir dinin zuhuruna tahammül edemeyen Batı dünyasının asırlardan beri İslam’ı önce savaş yoluyla Haçlı Seferleri düzenleyerek, sonra da kültürel olarak İslam dininin içini boşaltıp yeni ayrıştırıcı mezhepler oluşturarak, hatta günümüzde bile İslam toplumlarını bir araya getirmemek için büyük yatırımlar, projeler, senaryolar üretmektedirler. Bunun için batıyı suçlayarak bir sonuç alınması mümkün gözükmemektedir. Her ruh sahibi varlık kendi tabiatının gereğini yapar. Batılılar, Müslüman’ın içinden terörist çıkartabiliyorsa bunda nakısenin büyüğü kendilerine Müslüman’ım diyenlerde aranmalıdır. Batılı gnostiklerin dünyada neredeyse tüm toplumların ciğerine, beynine hatta ruhuna kadar nüfuz ettiklerinden habersiz yaşayarak  her “cihat” diyenin ardına düşenler elbette samimi inançlarının birileri tarafından İslam’ın aleyhine kullanılabileceğini çözümlemeleri düşünülemez.

İçerikleri boşaltılan kavramlar yalnızca dini ve manevi alanla sınırlı değildir. “Sol” ve “Sağ” diye tanımlanan siyasal düşünce alanlarının da aynı yozlaştırmadan nasibini aldığı gözlerden kaçmamaktadır. 1960’lı ve 1970’li yılların sol ideolojiye bağlı düşünce ve siyaset adamlarıyla günümüzdeki sözde solcu popülist aydınları ve siyasileri arasında düşünce ve hedef bağlamında bir koşutluk görülemez. 1960’lı ve 1970’li yılların sol ideologları olan aydınlar ve siyasiler sol siyasi jargona uygun, antiemperyalist ve ABD karşıtı bir söylem biçimini benimsemişken, günümüzde solcu aydın kategorisinde konumlandıran nice aydın, hoca ve gazeteci kendilerini batı adına, antiemperyalist ve batıya boyun eğmeyen iktidarın karşısında mücadele vermeleri şaşırtıcı değil mi? Yoksa bu durum, o zamanların “Türkiye’nin en nitelikli solcuları ABD’nin kurduğu ODTÜ’den çıkmaktadır”, söylemini mi doğrulamaktadırlar?

Son beş on yıla kadar kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan siyaset ve düşünce adamlarıyla 1960’lı ve 1970’li yılların sağcı/milliyetçi ideolojiye bağlı düşünce ve siyaset adamlarının arasında belirgin bir düşünsel ve ideolojik ayrışma görülmezdi. Ancak 2007’den sonra Erdoğan’ın milli ve yerli söylemi devlet politikası haline getirmesinden sonra ülkemizdeki sağcı/milliyetçi ideolog ve siyaset adamları arasında bir dünya görüşü bağlamında ayrışma yaşandı. Bunlardan bir kısmı Erdoğan’ın Tek Bayrak, Tek, Vatan, Tek Millet ve Tek Devlet söylemini benimserken bir kısmı batı eğilimli bir milliyetçilik arayışına yöneldikleri görülmektedir.  

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.