Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2463.7
  • BIST
    9898.81
  • BTC
    64430.69$

Osmanlının Kırmızı Çizgileri

08 Ağustos 2018, Çarşamba 07:35

O halde bunun tek bir izah tarzı vardır; Osmanlı düşmanlarına, kâfirlere içindeki gayri Müslimlere bile çok şefkatli ve merhametlidir ama Kutsal kabul ettikleri devlet ve onu idâre etmekle görevlendirilen Sultan ve Saltanat söz konusu olduğu zaman en yakınlarına hattâ kendi sulbünden gelenlere bile merhamet etmesi söz konusu değildir.

Bu düşünce tarzının haklı değil ama hafifletici nedenler olabileceği, Osmanlı­nın yıkılışından sonra anlaşılmış, bütün İslâm devletleri; İmamesi (başı) kopmuş tespih taneleri gibi dağılıp, silinip gitmişlerdir. Bugün Haçlı âlemi bu sa­yede yani ABD, AB gibi kurduğu birlikler sayesinde dünyada istediği gibi at oynatabilmektedir.

İslâm alemi onların oyun sahaları haline gelmiştir. Hind Müslümanları; “Osmanlı gitti başımız öne eğildi” demişlerdir. Bugün dünyada mülteci kamplarında sifilane hayat süren insanların nerdeyse hepsi Müslümanlardır. Osmanlı berhayat ol­saydı; bütün dünyanın gözü önünde, dünyayla alay edercesine Terör Devleti İsrail bir avuç Filistinliye bu muâmeleyi yapabilir miydi? aslâ!

Abdülkadir Özcan’ın bu husustaki yorumu da şöyledir: “Nizâm-ı Âlem için kardeş katli hâdisesi, devrinin şart­ları içinde ve hissiyattan uzak kalına­rak değerlendi­rilmeli­dir. O çağların, hânedan sistemiyle yönetilen hemen bütün devletlerinde yürürlükte olan bu usul, elbette günümüz de­mokratik zih­niyetiyle bağdaştırıla­maz.”(1)

Arı kovanında bile, 8-10 tane bey olabilecek kırat ve kabiliyette yavru yetiştirilir, fakat birlik ve beraberliğin sağlan­ması, işlerin daha iyi yürümesi, toplumun selâmeti için bir bey bırakılır, yedeği hazırda tutulur, gerisi öldürü­lür. Dolayısıyla binlerce-on binlerce insanın ölümü söz konusu olunca birkaç kişinin ölümünü daha ehven gö­ren ecnebi târihçi ve ilim adamları bile çık­mış.(2) Fakat şartlar ne olursa olsun, böyle bir uygu­lama bugünün mantığı ile insanî ve vicdani değildir.

Başka dinlerden olan insanlara bile, dostunu düşma­nını kıskandıracak ka­dar iyi ve insancıl davra­nan, gönder­diği fermanlarla düşmanlarının bile hak ve hukukunu en ince detayına kadar savunan, aykırı dü­şünce ve inançtaki insan­lara bile son derece hoşgörülü ve müsâmahalı olan Fâtih’in; dinî inançlarına son de­rece zıt olan böyle bir kanun vaz edeceğini akıl ve mantık sahiplerinin kabul etmesi mümkün değildir. Fâ­tih bir şiirinde şöyle der:

Hüner bir şehr bünyâd eylemektir

Reâyâ kalbini âbâd eylemektir.(3)  

Reâyâ’nın yani gayri Müslimlerin kalbinin kırılma­sına bile tahammülü olmayan bir sultanın, kendi sabi kardeşleri­nin katline ferman çıkarması akla ve mantığa aykırıdır.

Bu olsa olsa, hudut tanımayan siyasî hırs ve ta­mah ehli insanların, yap­tıkları yamuk ve yanlış uygu­lamaları mazur gösterebilmek için, Osmanlının hassas olduğu birlik ve beraberlik umdesini istismar etmeleri­nin bir neticesi­dir.

23 Mayıs 1936 da İngiltere’nin The Times gazete­sinde Fâtih’in kayıp va­siyetinin bulunduğu yazılır. Müthiş bir Fâtih sevdalısı olan Süheyl Ünver hoca, ga­zeteden bu belge­nin aslı ile ilgili bilgi ister ve aslının o sırada, ABD Princeton Üniversitesi kitaplığına satıldığını öğrenir. Bin bir güçlük ve zor­lukla rahmetli hoca, belge­nin aslına ulaşır ve inceler. Bir mektubun içinde geçen bu vasiyetin sâhibi o dönemde Ga­lata’da oturan, Sul­tanın yakınına ka­dar nüfuz edebilen Ce­nevizli bir tüc­cardır. Bu tüccar mektubu Avrupa’da oturan kardeşine yazmıştır.

Bu belge bu çok önemli ve şaibeli hususu aydınla­ta­cak, tartışmaları ve şüpheleri izale edecek, has­sas meseleyi vu­zuha kavuşturacak kati ve kesin bir belge olmayabilir ama bu belgede birçok maddeler olmasına, bugüne kadar karan­lıkta kalan kör noktaları aydınlatacak bilgiler verme­sine rağmen Nizâm-ı Âlemle ilgili hiçbir bilgi yoktur.(4)

Halil İnalcık Hoca’da: Eldeki metin gerçek olsa bile,  orada geçen kelime, emir niteliğinde bağlayıcı değil, mecbu­riyet olursa câiz görülmüştür şeklinde ol­duğunu be­lirtmiş­tir.

Özetlersek: Kardeş katli maddesi, Fâtih’e değil, ya Karamanî Mehmed Paşa’ya aittir ya da sonradan ge­rektikçe yapılan müdahalelerle değiştirilmiştir. Nitekim Kânun­nâme’nin yeni bulunan bir nüshasında, Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Telhisü’l-Beyân fi Kavânin-i Al-i Osman’ın da (1675) kardeş katli maddesinin mevcut olmayışı da, açıkla­maları kuvvetlendiren delillerden biri­dir.”(5)

Nâmık Kemal: “Evrak-ı Perîşan”  isimli eserinde: “Fâtih, sabi kardeşini öldürtmemiştir. Bunla­rın hepsi bühtandır.” demektedir. Hak ve doğru olan da budur.

Engin Akarlı: “Bir gölgeyi ortadan kaldırmanın yolu, ona taş at­mak de­ğil, ışık tutmaktır.” demiş. Gerçekten târihimizin karanlık noktaları varsa, bunu geçmişimize taş ata­rak aydınlatamayız. Çok okuyup, çok araştırıp, çok çalışmak sûretiyle ancak gerçekleri gün yüzüne çıkarabiliriz.

Dipnotlar:

1- Abdülkadir Özcan, Târih ve Medeni­yet Dergisi, Mayıs 1994,  sayı s. 3, s. 19.

2- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 4, s. 214; c. 5, s. 8, 31, 62.

3- Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 23.

4- Daha fazla bilgi için bkz: “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Mustafa Armağan, Timaş Yay. İst. 2007, s. 202.

5- Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 206.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.