Konya
29 Nisan, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    32.39
  • EURO
    34.73
  • ALTIN
    2435.0
  • BIST
    9987.83
  • BTC
    62378.97$

HZ. MEVLÂNA'YI DOĞRU ANLAMAK VE TANIMAK (1)

16 Aralık 2016, Cuma 07:23

İyi yetişmiş çok yönlü bir İslam düşünürü olan Hz. Mevlânâ, insan merkezli düşünen ve insan yetiştirmek için didinen bir usta, bir bilge ve bir gönül adamıdır. Mesnevî başta olmak üzere onun ölümsüz eserleri, insanlık için bugün de serum olmaya devam etmektedir. Bu anlamda eserleri ve kimliği ile Mevlânâ, doğru bir şekilde anlaşılmayı ve yaşatılmayı beklemektedir. Onu doğru bir şekilde anlamak ise, onun eserlerine bütüncül bir yaklaşımla bakmayı gerektirmektedir. Zira zaman zaman parçacı yaklaşımlar ve ön yargılı okumalarla, Mevlânâ'ya ait olmayan ve onun felsefesiyle bağdaşmayan fikirlerin ona söyletilmeye/yakıştırılmaya çalışıldığına tanık olmaktayız. Mevlânâ'yı yaşatmak da onun düşünce yapısını, hayata bakış ve olayları değerlendiriş sistemini, söylem ve eylemlerini özümsemek, onu bizzat yaşamak ve hayata taşımakla mümkündür.

            İnsanoğlunun yeryüzündeki en büyük organizasyonu medeniyettir. Medeniyetin üç temeli vardır: İlim-irfan, fikir-felsefe ve güzel sanat. Eserleri hakkında “Benim indimde şiir nedir? Ne kıymeti vardır ki ben o şiirden dem vurayım ve şiir söylediğim için övüneyim. Benim, şairlerin fen ve hünerlerinden başka hünerlerim vardır.”(1) diyen Hz. Mevlânâ, bu üç unsuru da en güzel şekilde anlamış, yorumlamış ve eserlerinde bizlere sunmuştur.

            Mevlânâ, sanat için sanat yapan değil, inancını, insan sevgisini, hakikat sevdasını sanata dönüştüren bir sanatkârdır.(2)

            İnsan ruh ve beden olmak üzere iki unsurdan meydana gelir. O, beden sağlığı ve eğitimi ile ruh sağlığı ve ruh eğitimini mükemmel yaptığı sürece mesut olacaktır. Beden sağlığı ve beden eğitimi ihmal edilerek sağlıklı bir fiziğe sahip olmak mümkün değilse, tıpkı bunun gibi ruh sağlığı ve ruh eğitimi olmadan sağlıklı/mutlu bir metafiziğe sahip olmak da mümkün değildir. Mevlânâ, insanın ruh sağlığı ve ruh eğitimi için çırpınan bir gönül insanıdır. Sağlıklı bir ruh eğitimi için insanın hırs, haset, şehvet, gazap, cimrilik, kin, kibir gibi kötü tutkulardan arınması gerekir. İnsan kanaatle hırsı, diğerkâmlıkla hasedi, takva ile şehveti, yumuşak huylulukla gazabı, cömertlikle cimriliği, affetme ile kini, tevazu ile kibri yendiği zaman kâmil insan olur. Bu ise, iyi bir ruh eğitiminden geçmekle mümkün olur.

            Yaşadığı toplumun ve hayatın bizzat içinde, tabandan tavana insanlarla beraber yaşayıp onlarla hemsohbet ve hemdert olan Mevlânâ, genel anlamda toplumu, özel anlamda da her seviyedeki insanı bir bütün olarak kendi gönül dünyasına konuk etmiş, gönül laboratuarında tahlil etmiş, onun üzerinde derin tetkiklerde bulunmuş ve çok önemli tespitlerle insanlığın mutluluğuna katkılar sağlamayı becerebilmiştir. Onun gönül dünyası, her seviyedeki her insanı, hatta her canlıyı misafir edecek kadar geniş; onun düşünce dünyası da olmuşları, olanları ve olabilecekleri düşünüp tasarlayacak kadar zengin ve engindir.

            Hangi dinden, hangi mezhep ve meşrepten, hangi etnik yapıdan ve hangi sınıftan olursa olsun, insan olan hatta var olan her şey onun derdi olmuş, hayal ve düşünce dünyasına konabilmiş, ondan gereken ilgi ve sevgiyi görebilmiş, onun hikmetli sözlerinde yerlerini alabilmiştir. Çoğu insanın nazarında günahkâr, değersiz, sıradan olan şeyler/kimseler, Mevlânâ dünyasında faydalı, ibretli, önemli, gerekli değerlere dönüşmüştür. O kendini şöyle takdim ediyordu: “Beni yabancı sanmayın, bu ülkedenim ben. Sizin yurdunuzda kendi yuvamı arıyorum. Düşman yüzlü görünsem de düşman değilim ben. Hintçe konuşuyorum, ama soyum Türk'tür benim.”(3)

            Mevlânâ, yaşanan hayatta görüp duyduğu hiç bir şeyi görmezden gelmemiş, onları en güzel şekilde değerlendirmesini bilmiştir. Sözgelimi, kayıp düşmüş insanların kendi ayakları üzerinde durabilmeleri, olmazsa o halleriyle başkalarına ders olabilmeleri için söz konusu yapıldığını görürüz Mevlânâ'da. Bu yüzden o, birçok düşünürün aklına getirmeye bile cesaret edemediği olayları; yanına uğramayı bile göze alamadığı günahkâr/kötü kimselere bir cankurtaran titizliği yahut bir hekim şefkati ile yaklaşabilmiştir. Zira ona göre, evrende gerekli olanlar vardır, var olanlar da gerekli ve değerlidir. O, tıpkı bir güneş gibi, ışığını hiç kimseden kıskanmamış, bir yağmur misali hikmet damlalarını hiçbir yerden esirgememiştir. Yeri gelmiş kötü yola düşmüş kadınları, ayyaş sokak serserilerini muhatap almış, kimi zaman değişik fikir ve görüş sahipleriyle oturup tartışmış, zaman olmuş değişik din mensupları ile sıcak ilişkiler kurmuş, onlarla iyi geçinmiş, onların hidâyetine vesile olmuş, onların takdirini kazanmıştır.

Dipnotlar:

1- Mevlânâ, Divan-ı Kebîr.

 2- Mevlânâ, Mecâlis-i Seb'a, s, 3.

 3- Gençosman, Mevlânâ'nın Rubâileri, II, 187, No: 918.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.