Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2459.1
  • BIST
    9798.61
  • BTC
    64430.67$

Hılye-i Şerifler -2

20 Haziran 2017, Salı 07:17

Oturuş tarzları: Peygamberimiz kimseye darlık verme­mek için, ashab içinde ayaklarını uzatıp  otur­duk­ları vaki de­ğildir. Umûmiyetle kıbleye müteveccih otu­rurlardı. Yan­larına gelen misafirlerin altına çoğu zaman sırtlarındaki abayı serer ve otururlardı. Bazen de misa­firlerine kendi minderlerini ve­rirlerdi.

Konuşmaları: Peygamberimizin konuşmaları tatlı ve te­sirli idi. Söz söyledikleri zaman gür ve yüksek sesle, ke­lime­leri tane tane söylerdi. Hatta dinleyenler sözlerini ez­berleyebi­lirlerdi. Sözlerini umumiyetle üç defa tekrar eder­ler, konuşma esnasında başını yuka­rıya kaldırır­lardı. Kim­seye fena söz söylemez ve kim­senin sözünü kesmezdi. Boş söz asla konuşmazlardı.

Peygamber daima düşünür ve sükûtu ihtiyar eder­lerdi. Lüzum hâsıl olmadıkça konuşmazlardı.   Konuş­tukları za­manda her kelimeyi açık ve fasih olarak söy­lerlerdi. Elle­riyle işaret ettikleri zaman bütün kolunu kal­dırırlardı. Bir şeye taaccüp edince elini içeri çevirir­lerdi. Bazen bir şey söylerken iki elini birbirine çarpar­lardı. Söz esnasında lâ­tîfe yaparak, gözlerini öne indi­rirlerdi. Nadiren güler, fakat ekseriya tebes­süm eder­lerdi. Bazı rivayetlere göre de Peygamberimiz hiçbir zaman kah­kaha ile gülmemişlerdi. Resul-i Ekrem hid­detli hallerinde de, normal zamanlarında da dâima hakkı söyler­lerdi. Kendileri güzel konuşurlar ve güzel konuşmayanlara da iltifat etmezlerdi. Konuşulması ve anlatılması gereken bazı şeylere kinâye yolu ile işâret ederlerdi. Kendileri sustukları zaman ashab konuşur­lardı.

Giyinişleri: Rasûl-i Ekrem hazretleri giyinişlerinde mu­ay­yen bir tarz takip etmezler; izar, rida, gömlek ve cübbeden ne bulurlarsa onu giyerlerdi. Sâde giyinmeyi severler, yeşil elbi­seden hoşlanır ve ekseriya beyaz giyer­lerdi. Bazen işleme kaftan giydikleri de olurdu. Be­yaz ten­lerine çok güzel yakışan atlastan bir kaftan­ları vardı. Elbi­selerini topuktan aşağı uzatmazlardı. Sarığı­nın taylasanını omuzları arasına sarkıtır­lardı. Bazı riva­yetlere göre Allah'ın Rasûlü Hulle-i humra de­nilen, üze­rinde kırmızı çizgiler bulunan yemen ku­maşı kulla­nır­lardı. Rasûlullahın irtihalini müteakip Hz. Aişe O'nun son dakikaları esnasında giydik­leri elbiseyi halka göster­mişlerdi. Bunlar yamalı bir örtü, el doku­ması sert bir entariden ibaretti. Peygamberimizin ayak­kabıları sandal şeklinde olup, bağları bağlanıp bu su­retle ayaklarını tutarlardı.

Umûmi âdetleri: Peygamberimiz umûmiyetle sağ eliyle iş görmeyi severlerdi. Ayakkabılarını giyerken önce sağ ayak­kabılarını giyerlerdi. Camiye girerken önce sağ aya­ğıyla adım atarlar, şayet birşey dağıtacak olursalar sa­ğında bulunanlar­dan başlar ve bir iş yapa­cakları zaman besmele çekerlerdi. Elbiseyi de önce sağdan giyerler, sol­dan çıkarırlardı. Pey­gamberimiz ashabı künyeleriyle çağı­rır, çocuğu olan kadın­lara da künyeleriyle seslenirlerdi. Çocuğu olmayan kadınlara da bir künye bulur ve öyle seslenir­lerdi. Böylece her­kesin gönlünü hoş ederlerdi.

Yemek yiyiş tarzları: Peygamberimiz zâhidane bir ha­yat yaşadıklarından, bulduklarını yerler ve kalaba­lıkla ye­mekten zevk duyarlardı. Yemeği yere diz çö­küp, iki ayağı üzerine oturarak, besmele ile yerlerdi. Çok sıcak yemek yemezler ve sıcak yemekte bereket olmayaca­ğını söyler­lerdi.

Allah Rasulü elenmemiş arpa unundan yapılan ek­meği yerler, salatalığı da taze hurma ve tuz ile      yer­lerdi. Su içerken üç kerede içmeyi âdet edinmişlerdi. Her de­fasında besmele ile başlar ve hamd ile bitirir­lerdi. Ce­maat içinde su veya süt içtiklerinde kabı he­men sağın­dakine verir, böylece devretme­sini arzu ederlerdi. İçtik­leri kaba üfle­mezler, nefes vermezlerdi. Kabı uzaklaştır­dıktan sonra nefes alır veya ve­rirlerdi. Evin içinde bir cariyeden daha utangaç hareket eder­ler, yemek iste­mezler; ancak sofra kurulursa yerlerdi. Yedi­rilenden yer, içirilenden içerdi. Yi­yecek ve içeceği biz­zat ken­disi al­dıkları da olurdu.

Uzuna yakın orta boylu, fakat uzuna daha yakındı. İki omuzunun arası genişçe idi, iri kemikli, iri yapılı, güçlü kuv­vetli ve yakışıklı bir insandı. Cildi yumuşak, teni kırmızıya çalan beyazdı. Kirpikleri siyah ve uzundu. Gözleri kara ve büyükçe idi. İki kaşının arası açık, fakat kaşları birbirine ya­kındı. Saçları ne dümdüz ne de kıvır­cıktı. Mübarek baş­ların­dan omuzlarına doğru uzanan saçları, kulak yumuşa­ğına kadar inerdi. Sakalı sık ve bir tutamdı. Büyük başlı ve hilâl kaşlıydı. Alnı yüksek, burnu çekme, boynu uzun, göğsü ge­nişti. Karnı ile göğsü bir idi, şişman değildi. Zayıf da değildi, sıkı etliydi. Ayaklarının altı çukur idi; düz taban değildi. Göz­leri uzağı görür, kulakları uzaktan ses alırdı.          Ya­nakları ne şişkin ne de çöküktü. Ağızları genişçe idi. Dişleri sık ve çok güzeldi. Yüzünün bütün çizgileri gö­rü­nürdü. Omuz­ları etli, omuz kemikleri enliydi. Pey­gamber Aleyhisselam o kadar güzeldi ki, Sahabeden bir çoğu ye­min ederek “ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra Hz. Mu­hammed’den daha güzelini görmedik.” demişlerdir.

Hepsinin ayrı ayrı yazılış sebep ve serüveni olan, Osmanlı Divan Edebiyatındaki yüzlerce “Hilye” den birinin hikâyesini buraya alıyorum:

Hâkânî Mehmet Bey, saray çevresinde doğan, tahsil ve terbiye gören, sancak beyliği ve Dîvân-ı Hümayûn (Ba­kanlar Kurulu) da muhasebecilik yapan çok muhterem bir insandır. Bir gün Divan kâtiplerinden biri hastalanınca, yerine vekâleten Mehmet Bey’in girmesi kararlaştırılır. Dîvan da o gün önemli konular da görüşülecektir.

Hâkânî Mehmet bey, son derece muttaki, mütedeyyin, hüsnü ahlâk sahibi, gönül ehli, peygamber aşığı bir zattır. Aylardır karanlık gecelerin nurlu sabahlarında aradığı, bulduğu, gördüğü, kendini huzurunda hissettiği, manevi potasında eridiği, manevi zevklere gark olduğu, lâhûtî âlemlerde dolaştığı, seher bereketinden istifade ederek yazdığı 712 beyitlik eserini tamamlamış ve bu kıymetine paha yetmeyen eserini çalışma bürosuna götürmüştür.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.