Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.49
  • EURO
    34.77
  • ALTIN
    2441.4
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63422.92$

HILYE-İ ŞERİF  (1)

29 Nisan 2019, Pazartesi 09:07

Peygamberimizin vefatından kısa bir süre önce kızı Hz. Fâtıma; “Ya Resûlallah! Senin yüzünü bundan sonra göreme­yeceğim” diye ağlayınca Pey­gamberimiz Hz. Ali’yi çağırmış ve: “Ya Ali! Hilyemi yaz ki vasıfla­rımı gör­mek beni görmek gibidir” buyurmuştur.

 İşte bu ha­disedir ki “Hilye” tü­rünün ve “Şemâil” kitaplarının doğ­ma­sına, gelişmesine, yay­gınlaşmasına sebep ol­muş­tur. Hatta siyer ve mevlid gibi Hz. Peygamber’in hayatı ile yakından ilgili türler de bu hadiseyi kısmen telmih eder­ler.(1)

“İlk örnekleri 17. yüzyılın sonlarına doğru görül­meye başlanan “Hilye-i Saâdet”, “Hilye-i Nebevî”, “Hilye-i Pey­gam­berî” gibi kısaca “Hilye”ler Pey­gamber Efendi­mizin kutsal vasıflarını, saç ve göz rengini, vücut biçimini, tavır ve hareketle­rini özellikleriyle anlatan, özel form­larda dü­zen­lenmiş levha­lara verilen isimdir. Kay­nak­larda açıkça yer almamakla bera­ber, ilk defa hat­tat Hâfız Osman (Ö: 1698) tarafından levha şeklinde ya­zılmış olduğu kabul edilmek­tedir. (2)

Sözlükteki sıradan anlamı; “Süs, ziynet, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz” olan Hilyeler, aslında hattat’ın değişik kompozisyonlar uygulayarak ve müzehhibin (süsleyici) de çeşitli tezhip örnekleri göstererek, başka bir deyişle âdeta “ziynetlendirdiği” iddialı eserlerdir. ”(3)

Türk Milleti bu hususta da diğer Milletlerden çok farklı davranmış, Hilye ve Şemâil’lerin en güzel örnek­lerini ver­miş­ler, bunların kenarına yaptıkları tezhib’lerle içindeki Peygam­ber sevgisinin ne kadar derûnî (iç­ten) oldu­ğunu ispat etmişler, bugün bile ecnebileri hayran    bıra­kan harika eserler meydana getir­mişlerdir.

Her eve, her dükkâna ve iş yerine bunları, en azın­dan bi­rini as­mışlar­dır. İslâm inançları yönünden sağlam te­mel­lere oturmamakla beraber; iyi niyetleri ve Pey­gamber’e olan           mu­habbetlerinin neticesi; bunların asıl­dığı evlere bela ve musî­betlerin gel­meyeceğine, o evde bolluk ve bereket olaca­ğına, hâne halkı­nın huzur ve mutluluk bulacağına inanmışlardır. Bunları muska yapıp yanla­rında taşı­mışlar, her za­man Peygamberi ile beraber ol­mayı iste­mişlerdir. Hatta Hilye ve Şemâilleri ezberle­yerek Hz. Peygamberi rüyada görebilmek için, her gece ya­tarken okumayı âdet edinenler bile ol­muştur. Cephe­lerde ha­ya­tının baharında dini, vatanı ve milleti feda-yı can edip şehit olan Mehmetçiklerin koy­nundan Kur’an cüzleri veya bunlardan biri çıkmıştır.

Hilye-i Saâdet özetinden:

“Hazreti Peygamberin boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boy­luydu. Ne kıvırcık kısa, ne düz uzun saçlı, saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvar­lak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kir­pik­liydi. İri ke­mikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, orta­dan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dol­gundu. Yürüdüğü zaman, sanki yo­kuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktı­ğında bütün vücu­duyla dönerdi. İki omuzu arasında "Nübüv­vet Mührü" vardı. Bu Onun so­nuncu pey­gamber olu­şunun nişânesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlı­sıydı. Kendile­rini ansızın görenler Onun hey­beti karşı­sında sarsıntı geçi­rirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulu­nanlar ise, Onu her şeyden çok se­ver­lerdi.

Oturuş tarzları: Peygamberimiz kimseye darlık verme­mek için, ashab içinde ayaklarını uzatıp otur­duk­ları vaki de­ğildir. Umûmiyetle kıbleye mü­teveccih otu­rurlardı. Yan­larına gelen misafirlerin altına çoğu zaman sırtla­rındaki abayı serer ve otururlardı. Bazen de misa­firlerine kendi minderlerini ve­rirlerdi.

Konuşmaları: Peygamberimizin konuşmaları tatlı ve te­sirli idi. Söz söy­ledikleri zaman gür ve yüksek sesle, ke­lime­leri tane tane söylerdi. Hatta din­leyenler sözlerini                         ez­berleyebi­lirlerdi. Sözlerini umumiyetle üç defa tek­rar eder­ler, konuşma esnasında başını yuka­rıya kaldırır­lardı. Kim­seye fena söz söylemez ve kim­senin sözünü kesmezdi. Boş söz asla konuşmazlardı.

Peygamber daima düşünür ve sükûtu ihtiyar eder­lerdi. Lüzum hâsıl ol­madıkça konuşmazlardı. Konuş­tukları za­manda her kelimeyi açık ve fa­sih olarak söy­lerlerdi. Elle­riyle işaret ettikleri zaman bütün kolunu kal­dı­rırlardı. Bir şeye taaccüp edince elini içeri         çevirir­lerdi. Bazen bir şey söy­lerken iki elini birbirine çarpar­lardı. Söz esnasında lâ­tîfe yaparak, gözlerini öne indi­rirlerdi. Nadiren güler, fakat ekseriya tebes­süm eder­lerdi. Bazı rivayetlere göre de Peygamberimiz hiçbir zaman kah­kaha ile gülmemiş­lerdi. Resul-i Ek­rem hid­detli hallerinde de, normal zamanlarında da dâima hakkı söyler­lerdi. Kendileri güzel konuşurlar ve güzel konuşmayanlara da iltifat etmezlerdi. Konuşulması ve anlatılması gereken bazı şeylere kinâye yolu ile işâret eder­lerdi. Kendileri sustukları zaman ashab konuşur­lardı.

Dipnotlar:

1-İskender Pala, “Hilye-i Saâdet”, T. D. V. Yay. Ankara, 1991, s. 2.

2-Mustafa Uzun, “İslâm Ansiklopedisi”, T. D. V. Yay. İst. 1998, c. 18, s. 47.

3-İskender Pala, a. g. e. s. 1; Erol Özbilgen, a. g. e. s. 569.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.