Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.48
  • EURO
    34.85
  • ALTIN
    2446.9
  • BIST
    9872.93
  • BTC
    64344.43$

Hastaneler (3)

17 Eylül 2021, Cuma 09:17

Batıda hastane denebilecek binalar, İslâm âleminden asırlar sonra devreye sokulabilmiştir. Onlara da hastane mi demek lâzım yoksa mezbaha mı demek gerek bunun kararını da, Alman Doktor Sigrid Hunke’nin yazdığı eserden nakil yaparak kararı okuyucuya bıraka­lım. Hunke Batılı Târihçilerden yaptığı nakillerle Paris’teki Dieu Hasta­nesini şöyle yazıyor:

“Tuğla döşemeli zeminde kat kat olmuş samanlar. Hastalar, ze­mine serpili bu samanlara basarak, itişe kakışa geziniyorlar. Birinin ayakları diğerinin başına bitişik yatan hastalar. Çocuklarla ihtiyar­lar yan yana. Belki inanılmaz ama gerçek! Kadınlarla erkekler bir­birlerine karışmış vaziyette. Salgın hastalıklara yakalananlarla di­ğer hafif bir hastalıktan muzdarip bulunanlar bir arada. Doğum sancısı çeken bir kadın, göğüs göğüse sıkışmış vaziyette inliyor. Bir süt çocuğu ihtilaç içinde dönüyor, tifüslü bir hasta ateş içinde tutu­şuyor, bir veremli öksürüyor, bir cilt hastası son derece kaşınan cil­dini öfkeli tırnaklarıyla koparıyordu. Hastaların en zaruri ihtiyaç maddeleri noksandı. Son derece sefalet içinde yaşayan insanlara has yiyecekler, kifayetsiz miktarda verilmekteydi. Bazen şehrin hayır sever hemşehrileri, onlara bol yiyecekler getiriyorlardı. Bu maksatla gece ve gündüz açık bulunan hastanenin kapılarından herkes içeri girebilmekte, istediğini getirebilmekteydi. Bir gün açlıktan yarı öl­müş bir duruma düşen hastalar, ertesi günü ölçüsüz derecede fazla şarap içebilmekte, şiddetli mide yorgunluğu netîcesinde bazıları ölmekteydiler. Bütün binada açıkça iğrenç haşereler kaynaşmaktay­dılar. Hasta koğuşları o kadar mülevvesti ki, hemşire ve hasta bakı­cılar ancak ağızlarında sirkeli sünger ile içerilerine girmeğe cesaret edebilmekteydiler. Cesetler uzaklaştırılmadan önce, umumiyetle yirmi dört saat veya daha fazla bir zaman ölüm döşeğinde bekletili­yor, bu müddet zarfında mütebaki (diğer) hastalar, cehennemî at­mosferin içinde hemen koku neşrine başlayan etrafında yeşil at si­neklerinin uçuştukları yatağı ölünün katılaşan vücudu ile birlikte paylaşıyorlardı.”(1)

İslâm âlemindeki bu ücretsiz sosyal hizmetler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Osmanlının, cephelerde, savaşlarda başarılı olma sebeplerinden birini de târihçiler bu oluştu­rulan vakıf sistemine bağlamaktadırlar. Vakıflar yol, su, kanal, okul, han, hamam, kervansaray…

Yâni insanların ihtiyacı olan her türlü sosyal tesisi yaptırıp, işletip, hizmete sunmuşlar, devlete ve orduya ancak savaşlarda başarılı olmak, zaferler kazanmak kalmış, onlar da bunu başar­mışlardır.

Medreseler; o dönemlerde nüfus az olduğu için çok büyük olma­salar da, bugünün üniversiteleri karşılığıdır. Buraların içinde çeşitli fakültelerin ya­nında, tıp fakülteleri ve uygulama hastaneleri de mev­cuttur. Buralar teorik ve pratik eğitim veren müesseselerdir. Bura­larda talebelere mezun olma­dan, diplomaları verilmeden bugünkü mânâda tezler hazırlattırıldığı yapılan araştırmalardan anlaşılmakta­dır. Anadolu Selçuklularının en meşhur medrese, hastane ve tıp fa­külteleri şunlardır:

Kayseri’de Çifte Minâreli Medrese (Şifaiye Darü’ş-Şifası yâni Tıp Fakül­tesi).

Amasya’da Sultan Muhammed Ulcaytu tarafından 1308 de yaptı­rılan Medrese ve Darü’ş-Şifa.

Sivas’ta 1217 yılında İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılan Şifâiye Medresesi. 

1242 de l. Gıyaseddin Keşhüsrev’in Konya’da yaptırdığı Sırçalı Medrese, yine aynı yerde Emir Celaleddin Karatay’ın 1251 de yap­tırdığı Karatay Medresesi. İnce Minâre Daru’l-Hadisi, Tokat’da Ha­lef Gâzi Zâviyesi, Sivas’ta Gök Medrese, 1272 de yaptırılan Çifte Minareli Medrese ve Burûciye Med­reseleri.(2)

Fâtih döneminde hastaneye gelemeyen hasta ve yaşlılar olabilir düşün­cesiyle, sultanın fermanı üzerine, doktorlar sokak sokak dola­şır, hastalara ayaklarında hizmet verirlermiş. Hastanelerden bıldırcın etinin eksik olma­ması, hastalara gayet iyi bakılması hususunda fermanlar, son zamanlarda Osmanlı arşivleri üzerinde yapılan araştır­malar neticesi bulunmuştur. Ayrıcı sokaklardaki zararlı atık­ları top­layan veya hastalık bulaştırmasınlar diye üzerini mikrop öl­dürücü kireçle örten görevliler istihdam edilmiştir.(3)

Tekrar tekrar yazıyoruz ki, okuyucularımızın zihninde perçinlen­sin; Ba­tıda özellikle akıl ve ruh hastalarının ruhuna şeytan girmiş diye, değil tedâvi, akıl almaz işkencelere tabi tutulup, neticede diri diri yakıldığı veya toprağa gömüldüğü dö­nemlerde, İslâm âleminde ve Osmanlı’da bu tip hastalar, Bimarhânelerde lüks ve konfor içinde müzik, su ve kuş sesleri dinletilerek tedavi edilmiştir.

Dipnotlar:

1- Sigrid Hunke, a. g. e. s. 152. Hunke bu bilgileri o hastanede doktor bulunan Max Nordau’dan naklediyor. Avrupanın Ortaçağda nasıl kokuştuğunu daha iyi anlayabilmek için Kokuşan Asırlar (Temizlik-Tahâret-İslâm) isimli kitabımıza bakabilirler.

2 - Buralar teorik ve pratik eğitim yapan müesseselerdir. Mehmet Bayrakdar, a. g. e. s. 40.

3 - Osman Nûri Topbaş, “Vakıf-İnfak-Hizmet”, Erkam yay. İst. 2002, s. 32-33.

Yorumlar

  • yorum avatar
    mevlüt mülayim
    19-09-2021 10:53

    Sayın Hocam, Kaleminize ve yüreğinize sağlık, Batı hayranları bunları da sayenizde öğrensinler ki Atalarımızın ne kadar büyük olduğunu bilsinler. Bu günde hepimiz Atalarımıza layık olmaya çalışalım. Sizlerden Allah razı olsun. Sağ olun, Var olun. Selam ve saygılarımla.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.