Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.56
  • EURO
    34.96
  • ALTIN
    2437.8
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64366.97$

Erdemli Topluma Duyulan Özlem

27 Şubat 2016, Cumartesi 10:39

AÜDTC Fakültesi Felsefe Bölümünde öğrenim görürken 1976 yılında Elbistanlı Kemal Aytaç Hocanın Pedagoji dersinde dillendirdiği “ABD’de eğitimin amacı ekonomiye hizmettir, SSCB’de eğitimin amacı ideolojiye hizmettir. Bizim de içinde bulunduğumuz bazı Orta Avrupa ülkelerinde eğitimin amacı saptanamamıştır”, sözü kulaklarımda çınlar. Bunun sonucu olarak iyi insan/iyi yurttaş’ın ne tanımını yapabildik ne de kendisini yetiştirebildik.

Çoğu insanımız, farkına varmadan bağlı olduğu kadîm değerlerden uzaklaşarak önce pragmatik/yararcılık adına, sonra oportünizm/fırsatçılık adına sonra da, Allah korusun hiçbir değer tanımayan nihilizm/hiççilik adına savrulup hem dünyasını hem de kaçınılmaz akıbetini zora sokmaktadır. Yedi bilgeden Solon, “sonu elem veren hazdan uzak durun”, der. Toplumun her bireyi olarak -muhafazakâr ya da sekuler- insani ilkelere azamî riayet edebilirsek ancak geleceğimize güvenle bakabiliriz.

 “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” söylemi bir yergi ifadesi olarak kullanılsa da bu tutumun günümüzde geniş kitlelerde kanıksanmaya başlandığı görülmektedir. Moderniteyle birlikte toplumun “kerim devlet” yaklaşımından “laik devlet” algısına dönüşmesiyle, maalesef “tüyü bitmedik yetimin hakkına riayet etmek” konusunda önceleri hayli duyarlı olan insanımız, dünyevileştiği oranda devlet malına nihilist tutum sergilemektedir.

Dört örneğin ilk ikisi sanırım durumun vahametini üçüncüsü ve dördüncüsü de zarafetini ortaya koyabilir.

İlki, 1982 yılında benden 20 yaş büyük olan biraderim, bir yakınını Eskişehir Postanesinde ankesörlü telefonla aramak ister. Ancak ankesör 3-4 tane jetonu yuttuğu halde iletişim kuramaz. Kendi kendine “bu ne biçim makine o kadar jetonu yuttu” diye sesli düşününce, orda şakalaşan gençler, “amca sen kiminle görüşeceksin, bize telefon numaranı söyle”, derler. O da numarayı söyler. Görüşmeyi gerçekleştirdikten sonra, delikanlının biri, amca kaç jeton yutturdun, der. Birader de dört deyince, genç ankesörün tepesine bir yumruk atar ve daha önce atılmış jetonlarla birlikte şakır şakır hazneye düşürür. Dört jetonu verince, biraderim, “delikanlı günah değil mi sen ne yaptın”, der. Gençler; “bey amca sen hangi devirde yaşıyorsun, PTT’nin de günahı mı olurmuş”, derler. Rahmetli bana “kardeşim, nasıl bir gençlik yetişmiş de haberimiz, yok” demişti.

İkincisi de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde çalışırken sanırım Hocalarımızdan biri Ankara’dan döndüğünde bir anısını paylaştı. AŞTİ Oto Gar’ına inince bir bakanlıkta genel müdür yardımcısı olan arkadaşını, telefonla “hocam yerinizde misiniz, sizi ziyaret edeceğim”, deyince, “sen orda bekle ben arabayı gönderiyorum, şoför seni alır”, deyince “ne gerek var ben Metro ile Kızılay’a gelirim”, dediyse, “sen bekle”, deyip telefonu kapattır. Yirmi dakika sonra bir resmi taksi gelir, şoför, “Hüseyin Bey siz misiniz”, deyip kapıyı açar, alır götürür, bakanlığa. Hüseyin Bey arkadaşının odasına girer.

Hoşbeşten sonra “Ya hocam neden arabayı otogara gönderdin, iki liraya ben buraya rahatlıkla gelirdim, tüyü bitmedik yetimlerin hakkını neden korumuyoruz”, deyince. “Hüseyinciğim, şimdiye kadar devleti, sağcı solcu yedi, biraz da muhafazakar insanlar yararlansın”, der. Ben bunu duyunca, o arkadaş da mı bizim gibi düşünüyordu, dedim. Hüseyin hoca da evet bizim yakın dava arkadaşımız, deyince. Eyvah! Biz de istikbalde böyle mi olacağız, yoksa”, dedim. Hüseyin Bey de “yok hocam mümkün mü” deyince, ben de “o arkadaş da bizim gibi geri planda çalışırken dürüstmüş, şimdi imkan eline geçince değişmiş, biz de mi değişeceğiz? Demek ki insanın, sınanmadan ne dürüstlüğü, ne de yamukluğu belli olmuyor”, dedim. Bu tür olumsuz örnekler muhafazakarların total tutumları karşısında marjinal kalsa da sinek küçüktür mide bulandırır misali, muhafazakarlar hakkında nice niteliksiz insanı söz sahibi yapması açısından üzüntü vericidir. Temiz çarşaftaki kirin çabuk görüleceğini, manevi değerlerimizin bu tür nahoş tutumlarla yaralanacağını düşünmemiz gerekir.

2005’in Baharıydı, sanırım TFD ve AÜ İlahiyat Fakültesinin ortaklaşa Ankara’da düzenlediği Felsefe ve Kültür ve Değerlerin Değişim adlı Sempozyum için Ankara’ya gitmiştim. Zafer Pasajında ikici el kitaplar satan dükkana girip kitapları gözden geçirip hesaplı bulduklarımı seçiyordum. H. Ali Yücel’in hayatını anlatan bir biyografi kitabı bulup içeriğini inceleyince dikkatimi çekti ve yaşlı satıcıya gösterip bedelinin kaç lira olduğunu sordum. O da 2 milyon deyince –demek ki o zaman TL’den altı sıfır yeni atılmış ancak dil alışkanlığı liraya milyon deme alışkanlığından kurtulamadığımız 2005’te- pahalı bulup kitabı yerine koydum. Yaşlı kitapçı, “Ne adamdın sen Hasan Ali”, dedi. Ben de “hayırdır, deyice, “Bu adam yıllarca Maarif Vekilliği yaptı. Avrupa’ya geziye gitti, yolluğunun harcamadığı kısmını maliyeye iade etti”, dedi. Bu duyarlılık benim o ana kadar H. Ali Yücel hakkındaki olumsuz izlenimin çoğunu siliverdi.

Bu olayı İlahiyat Fakültesi Hocalarından Murtaza Korlaelçi’nin odasında Felsefe Camiasının duayenlerinden Necati Öner Hoca’ya anlatınca, “eski insanlar, devlet malına nice yetimin hakkı var gerekçesiyle el uzatmayarak itina ederlerdi”, deyip Ankara Garının yapılışına ilişkin bir anekdot anlattı. “Ankara Tren Gar Binası benim doğduğum yıl olan 1927 yılında yapılmış. Devlet müteahhitle temele beşlik demir atmaya ve kumu iki kez yıkamak konusunda anlaşmışlar. Ancak Müteahhit, yedilik demir atmış, kumu da üç kez yıkatmış. Çalışan ustalar, anlaşma metnini hatırlattıklarında “Bu da benim Cumhuriyet İdaresine ikramım olsun”, demiş. Osmanlıda gözlemlediğimiz erdemli insan profilini Cumhuriyet kuşaklarında diri ve canlı şekilde göremeyişimiz üzüntü veriyor.

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.