Konya
29 Nisan, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    32.38
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2439.3
  • BIST
    9996.93
  • BTC
    62598.2$

Cemaat Ruhuyla Yaşamak

17 Kasım 2017, Cuma 07:54

Kur’an, emir ve nehiylerini verirken, Ey müminler, ey insanlar diye çoğul kalıplar kullanır. Sözgelimi tüm inananların hep birden İslâm’a girmeleri, İslâm’ı bütün şubeleriyle yaşamaları istenir.

İslâm, cemaat dinidir. Ahirette hesap, ferdidir; dünyada dini yaşamak için ise cemaat olmak gerekir. Ahirette herkes kendi hesabını verecektir. Sosyal bir nizam olan Allah’ın dinini, dünyada hakkıyla yaşayabilmek için ise cemaat olmak gerekir.

Cemaatten kastımız, müminlerin bulundukları yerlerde Müslüman kardeşleriyle bir ve beraber olmaları, organize bir şekilde Allah’ın dinini yaşamalarıdır.

İbadetler başta olmak üzere, İslâm’ın tüm bölümleri cemaatle layığı ile yaşanır. Namaz, cemaatle anlamlı hale gelir. Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan en az yirmi beş kat daha faziletli, daha coşkuludur.

 İnfak ibadetini yerine getirebilmek için, bir veren taraf bir de alan taraf olmalıdır. Bir başına infakı gerçekleştiremezsiniz. Yine infakın zamanında ve yerli yerince işletilebilmesi için cemaate ihtiyaç vardır.

 Hac ibadeti, başlı başına bir cemaat ibadetidir. En ferdî gibi duran oruç ibadeti de cemaatle daha bir anlamlı olur. Cemaatsiz tek başına olan sahur ve iftar sofraları kuru ve tatsızdır.

Nikâh, alış veriş, cihat gibi diğer ibadetler için de durum böyledir. Bu yüzden Kur’an, emir ve nehiylerini verirken, Ey müminler, ey insanlar diye çoğul kalıplar kullanır. Sözgelimi tüm inananların hep birden İslâm’a girmeleri, İslâm’ı bütün şubeleriyle yaşamaları istenir. İman edenlerden Allah’ın ipi Kur’an’a el birlik sarılmaları, ayrılığa gayrılığa düşmemeleri istenir. Yine Kur’an, ayrılığın sonucunda İslâm ümmetinin izzetinin gideceği uyarısında bulunur.

Ey İnananlar! Hep birden barış dini İslâm’a girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır. (Bakara, 2/208)

Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. (Âlu Imran, 3/103)

Allah'a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. (Enfâl, 8/46)

Bu yüzden her Müslüman bir cemaatin içerisinde yer almalıdır. Cemaatli olmalıdır, ama asla cemaatçi olmamalıdır. Her cemaatin hatalarının olduğunu bilerek bir cemaat içerisinde kulluk vazifesini yerine getirmeye çalışmalıdır. Hiçbir zaman kendi cemaatini tek hak topluluk görüp, kardeş cemaatleri dışlamamalı, yok saymamalıdır.

Başarısızlığımızın Sebepleri:

Şu veya bu cemaatin içerisinde Müslümanlar olarak gelinen noktada sürekli kendimizi test etmemiz gerekir. Yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımız, yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, doğrularımız ve hatalarımız… Bunları görmemiz ve konuşmamız gerekir ki eksiklerimizi tamamlayalım, yanlışlarımızı tekrarlamayalım.

İstişarenin, şura meclislerinin gayesi, yalnızca yeni kararlar almak değil; bunun yanında geçmişi değerlendirmek ve cemaatin çalışmalarını test etmek olmalıdır. Bu meyanda başarılı olduğumuz hususları bir kenara bırakarak, başarısızlığımızın sebeplerini zikretmeye çalışalım:

Sahip olduğumuz imkânları Allah yoluna veremedik. Elimizin ucuyla tuttuk. Arta kalan zamanlarımızı ayırdık. Bütün bunlara rağmen Yüce Allah lütfetti ve hak ettiğimizden fazlasını verdi. Bir de hak edersek, kim bilir neleri bahşedecek O!

Aile boyu davaya baş koyamadık. En yakınlarımız bile çoğu zaman hareket korosuna katılmadı, bizimle beraber hareket etmedi, hatta bize karşı çıkıp çalışmalarımıza engel olmaya kalktı. En yakınlarımızın desteğini ve duâsını alamadığımız gibi, çoğu zaman onlar bize köstek oldular. Bu da başarımızı engelledi.

Gereksiz yere kendimizi gizledik.Geçmiş dönemlerde yaşanan baskılar, baskınlar bizi en meşru ve en tabii hakkımız olan faaliyetleri bile gizli saklı yapmaya sevk etti. Gizemli çalışmalar bereket getirmedi, tam aksine insanların bize şüphe ile bakmasına yol açtı.

Hâlbuki yaptıklarımızın çoğu, gizli saklı yapmaya gerek duymayan şeylerdi. Ve bu din Din-i Mübin yani apaçık din’di ve herkese gelmişti. Bu dinin peygamberi Rasül-i Mübîn yani herkesin anlayabileceği şekilde konuşan bir Kutlu Nebi idi. Bu dinin kitabı da Kur’an-ı Mübîn yani gerçekleri aşikâr ortaya koyan rehberdi.Ama biz evrensel dinin mesajlarını çoğu zaman kendi yakın çevremizden kıskandık, esirgedik.

İnsanları kategorize ettik. Kendimize göre koyduğumuz kriterlerle onları tasnif ettik. Bütün insanları muhatap olarak almamız gerekirken onların çoğunu dışlayıp davetimizin dışında tuttuk.Yaşı geçmiş dedik, bundan adam olmaz dedik, bu kaşarlı dedik, bu anlamaz dedik, bu şöyle dedik böyle dedik.

Oysa yaşayan ve aklı başında olan her insan bizim davetimizin muhatabı idi. Belki de bizim hayır görmediğimizde sayısız hayır ve hikmet vardı. Belki bizim dışlayıp daveti götürmediğimiz insanlar, hakikatle tanıştığında bizden daha çok Allah’ın dinine hizmet edecekti. Nitekim sahabe içerisinde bunun pek çok örneği vardır.Ahir ömründe Müslüman olmuş nice yaşlı sahabe İslâm’a büyük hizmetler etmiştir. İslâm düşmanlığıyla öne çıkmış nice insan Müslüman olduktan sonra Allah’ın dinine unutulmaz hizmetler sunmuştur. Bütün bunları düşünemedik, hesap edemedik.

Kararlı ve istikrarlı olamadık çoğu zaman. Birkaç kere ders yapmakla, birkaç sene sohbetlere devam etmekle sonuç alacağımızı düşündük. Oysa peygamberler yıllarca, bıkmadan usanmadan koşturmuşlar, asla yılgınlık göstermemişlerdi. Sözgelimi birine yüz kere anlatmışsak, yüzbirincide hidayet nasip olacağını hesap edemedik.

Davetimizi yaparken merkeze İslâm’ı değil, cemaatimizi, grubumuzu ve kendimizi koyduk. Bana gelin, benim cemaatime, benim grubuma gelin diye söze başladık yahut sözü buraya getirdik. Hâlbuki peygamberimiz, İslâm’ı dava edinin ve insanları İslâm’a çağırın buyurmuştu. Bizler bu prensibe tam olarak uymadık.

Biz zora talip olduk. İslâm’ı bir bütün olarak yaşamaya baş koyduk. Onu bilinçli bir şekilde yaşayabilmek için, ilmi baş gaye edindik. Tüm şubeleriyle İslâm’ı yaşamanın gereğine inandık, bunu seslendirdik ve İslâmî olan hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan, onu yok saymadan yapmaya çalıştık.

Bu tavizsizliğimiz, bazı insanlara ağır geldi, bu yüzden tepkiler aldık ve insanlar bizden uzaklaştı. Elbette bu, insanların sorunu idi. İnsanlar uzak kalıyor diye bizim Allah’ın ekmel dinini eksiltmeye, mübîn/apaçık dinini gizlemeye hakkımız yoktu. Bu son madde bizim doğrumuzdu, ancak başarımızı geciktiren, büyümemizi yavaşlatan bir doğruydu bu.

Şimdi bu maddeler ışığında bir kez daha kendimizi test edelim. Yüce Allah’ın rızasına ve cennetine talip olurken, yapmamız gerekenleri ne kadar yaptığımızı kontrol edelim. Yani, sorgulanmadan önce sorgulayalım kendimizi ve hazırlanalım sorgu gününe!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.