Konya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.35
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2394.8
  • BIST
    10208.65
  • BTC
    59374.98$

KIZGINLIK VE ÖFKE

08 Eylül 2022, Perşembe 00:15

“Öfkenin ekildiği tarladan pişmanlık biçilir.”

Kızgınlık isteğimiz dışında veya bilinçli olarak geliştirdiğimiz olayların isteğimiz doğrultuda gelişmemesinden dolayı ruhsal halimizde gelişen olumsuz değişiklikle meydana gelir. Öyle bir hal alır ki insan, bunu en sevdiklerine bile yansıtmaktan çekinmez. Annesi babası, eşi çocukları ve en yakını tabir ettiğimiz dostları. Çünkü kontrolden çıkan olaylar insanın da kontrolden çıkmasını sağlar, sağlıklı düşüncede bulunmasını engeller. Sağlıksız bir ruh haliyle düşünme yetisini, analiz etme duygusunu da kaybeder. Aslında bunu kısa süreli bir delilik olarak da görebiliriz.

Kızgınlık halinde olan insan çevresiyle mesafe koyma isteğini yaşamaya başlar. Analiz etme duygusunun körelmesi, sorgulama yapmadan incelemeden uzaklaşmak, kırmak, dökmek eylemlerini doğurur. Sağlıksız düşünce nedeniyle kişinin karşısındaki ve gelişen olaylardaki olumsuz yanları görme durumu daha belirginleşir. Sağlıksız düşüncenin oluşumundan itibaren kızgınlık hali, kişisel gelişimimizi ve üretkenliğimizde zayıflatır.

KIZGINLIĞI DİLE GETİRME YOLLARI

Kişisel ilişkilerde kızgınlıkla ortaya çıkan tatsızlıkların alevlenmesi “sen” kelimesiyle daha bir alevlenir. “Sen böyle yaptın, sen haksızsın, sen beni anlamıyorsun, sen nasıl adamsın” gibi sen ile başlayan sözler, bu duygunun körüklenmesine neden olur. Sen ile başlayan her sözde bir suçlama ve suçu karşı tarafa yüklemek, anlaşmanın, uyuşmanın imkânsız hale gelmesine yol açar. Çünkü hiç birinde açıklayıcı bir şey yoktur. Hepsi karşı tarafa sözlü saldırıyı oluşturmaktadır. Bu nedenle karşı tarafta aynı üslupla konuşmaya başlar, savunma psikolojisi içine girer. Bunun sonucunda ise istenmeyen, sonradan pişmanlıkları doğuracak sözler söylenir, ciddi bunalımların habercisi olur.

KIZDIĞINIZ KİŞİYLE ZİHNİNİZİ MEŞGUL EDERSENİZ NE OLUR

Kızgınlık, kendi başına ortaya çıkan, özünde yalnızca kendisi olan değil de devamında mutsuzluk yaratacak hiddeti, sinirlenmeyi ve haksızlığa uğrayıp aşağılanma duygusunu içinde barındırır. Kontrol altına alamadığımız bu duygu hali bir yerde kalmaz, her yere taşırız ve hayatımızın her bölümünde önümüze çıkar. Kızgınlık duygusu baş edilmesi zor olan, hemen hemen en sakinimizin bile yaşayabileceği bir duygudur. Bazen, kişinin sevmediği, hoşlanmadığı veya elde etmek isteyip de başkaları tarafından elinden alınanlarla ortaya çıkar ki, çıkar ilişkisinden dolayı, vazgeçememeden kaynaklanır. Beklentilerimizle birlikte elde edemeyip de kaybettiğimiz ne varsa bunu tetikler. Kişinin doğal davranmasını engeller, farklı bir kimliğe bürünmesini sağlar. Sürekli takıntı halinde beyni senaryolar üretmektedir.

Kızgınlık insan hayatında sırtına alabileceği en büyük yüktür. Çünkü kızgınlık anı kişinin moral olarak en zayıf olduğu andır. Savunma mekanizmamız çökmüş, freni patlamış kamyon gibi durdurulamaz, önüne geçilmeyecek hatalar yapılmasına neden olur.

Kişinin öfke ve kızgınlığı kısa bir sürede bile olsa, ortaya çıkışıyla kendisini rahatsız ettiği gibi çevresini de rahatsız eder, kalıcı mutsuzluklara sebep olabilir. Kızgınlığın artmasında ise sözlü veya fiziksel müdahale ortaya çıkar, yaralama ve tehdit unsuru olur. Bu saldırgan tavrımız kızgınlığımızın daha da büyümesine ve kişinin vücudunda ve ruhsal yapısında tahribatlara yol açar, sağlıksız gelişimini tetikler. Düşmanca tavırlar ortaya çıkartır, içe kapanıklığa neden olur.

Aslında oluşan bu duygu, kişinin duyduğu acıdan kurtulma halidir. Acıyı bastırma, bastırma adına bilmeden deşarj olma duygusudur.

KIZGINLIĞIN DOĞURDUĞU SONUÇLAR

Siz kendi kontrolünüzü kaybedip mutsuz olurken kızdığınız kişi belki bunun farkında bile değildir ve mutludur ve bunun zararını görmez. Sizin bu mutsuz haliniz kırıcı hal alıp mutsuzluğunuzu tetiklemesiyle birlikte çevrenizde ki insanları da olumsuz etkiler, incinmelerine ve sizden uzaklaşmalarına neden olur istemeden de olsa kendinizi yalnızlaştırırsınız. Hem kin, öfke kızgınlık sayesinde, hem de yalnızlaşmanızdan dolayı sinirsel hastalık ve kalp problemleri yaşamaya başlarsınız. 

KIZGINLIĞI FRENLEMENİN YOLLARI

Kızgınlığınızı nasıl kontrol altına alırsınız?

Şartlı düşünce ve yaptırımlardan uzak durun. Kendinizi sıkıntıya sokacak ne gibi olumsuzluk varsa bir an önce orayı terk edin. Eğer bu duyguyu yaşamaya başladıysanız ve bir volkan gibi içiniz kaynıyorsa, tepki vermeyin ve sağlıklı karar verebilmek için öfkenizin, kızgınlığınızın geçmesini bekleyin. Olayı bir kere daha soğukkanlılıkla yorumlayın. Belki sizin öfkenizi kabartan, kızgınlığınızı ortaya çıkartan olayın, zannettiğiniz kadar büyük olmadığını, bir incir çekirdeğini dolduramayacak kadar küçük olduğunu göreceksiniz.

Eğer ilişkilerininiz önemsiyorsanız, kaybetmeyi göze almıyorsanız, kızgınlığınızın nedenini birebir açıklayın veya o an için sineye çekin. Kızgınlığı ortaya çıkartan hataları kimse kabullenmez ama sineye çekmek, rahatça düşünme fırsatı verir. Çünkü temelinde yatan kişisel iletişimlerde kaybetme korkusu da ön plana çıkar. İlişkide olduğumuz kişiyi kaybetmekte vardır. İfade edemediğimiz ve bastırılan bu duygunun çıkardığı enerji ilişkimize farklı şekilde yansımaları olur. İşte bu durumlarda kızmak, kızgınlığı belirtmek gerekir ki ilişkide devamlılığı sağlamak, iletişimi koparmamak önemlidir.

Eğer ilişkilerimizin zedelenmesini ve fiziksel şiddete kadar ilerlemesini istemiyor bu bilinci taşıyor ve önemsiyorsak, bunları yaşamamak adına, kızgınlığa giden kapıyı kapatmanın en kolay ve bilinçli yanı “sen” söylemini unutup “ben” söylemine yönelmek gerekiyor.

Unutmayın, “sen” dilinin yıkıcılığı ve mutsuzluğu tetiklemesinin yanında, bu “ben” dili mantıklı, mantıklı olduğu kadar yapıcı, yapıcı olduğu kadar uzlaştırıcı hal alacaktır. Önemli olan karşımızdaki insanı suçlamadan önce, “ben” ile başlayan açıklamaya çalışmamız konuşmalarımızın duyulmasını sağlayacaktır. Aksi halde “sen” ile başlayan her cümleye karşılık “sen” ile cevap bulacağı için kimsenin birbirini duyacak durumu olmayacaktır. “ben” ile başlayan düşünceleri aktardığımız zaman, “sen” gibi suçlamaya yönelik başlangıç ve gelişme olmadığı için karşınızdaki insanın savunma mekanizmasını çalıştırmasına gerek kalmayacak.

ÖFKENİN DOĞURDUĞU SONUÇLAR

Öfke; kişinin, başkalarını etkilemese bile, kendi sorumlulukları dâhilinde yaptığı hatalar kadar, bir başkasıyla olan ilişkilerinden kaynaklanan, var olanı kabullenemeyip, imreni, kıskançlık, hoşgörüsüzlük ve hasetlik gibi olumsuz düşüncelerin ortaya çıkardığı duygusal davranışların alışkanlık halidir. Bir başka yönden affedememekten ve kabullenememekten kaynaklanan kırma ve kırılmaktır. Kırmak ve kırılmak, ikisinin de ortak özelliği, acıyı yaşarken yaşatma ve ıstırap verme duygusudur.

Aslında öfkeyi tetikleyici nedenlerin başında, bilinçaltında yatan memnuniyetsizlik, yetinmeme, kıskançlık, karşılık verme isteği ve hoşgörüsüzlüktür. Bilinçaltındaki bu temel duygular, insanın an’dan zevk alıp mutlu olamaması, sonrasında imreni ve hasetliğe yönelmesine neden olur ki, bu da onun öfkelenmesine neden olur.

Farklı bir açıdan baktığımız zaman, insanın elinde olmadan, dış tepkilerle hayatına yapılan müdahale sonucu da öfkelendiği görülür. Mesela bir çocuğu ele aldığımızda, oyuncağını elinden aldığımız zaman hemen tepki koyacaktır. Çünkü onun özgürlük alanına müdahale etmiş oluyorsunuz. Onun faaliyet alanını sınırlamış, onu mutsuz ederek, yaşamına saldırı gerçekleştirmiş olmaktasınız. Bunun sonucunda çocuk, ağlayarak hırçınlaşacak ve bir anlamda öfkelenerek savunmaya geçerek, saldırganlaşacaktır.

Küçük büyük, haklı haksız, hepimizin an’ı unutarak öfkelenmemizi sağlayan nedenler var ki, ister istemez, sabır edemeden tepki verme yolunu seçmekteyiz. En başta, insanın kültürel, manevi ve fiziksel yapılarına karşı yapılan saldırılarda sabır sınırları zorlanıyor. İnsanların yaşayış şekillerine, inançlarına, duygu, düşünce ve kültürel değerlerine yapılan saldırılar da, onların öfkelenmelerine ve saldırgan hale gelmelerine neden oluyor. Bunun gibi değerlere yapılan saldırılar karşısında, hemen savunma mekanizması devreye sokuluyor. Çünkü kendileri için değerli olan bu duygulara yapılan saldırı karşısında onurlarının zedelendiği, gururları incindiğini hisseder ve öfke patlaması yaşarlar. Yaşanan bu öfke patlamasıyla, öfkelenip saldırgan hale gelmelerinin en büyük nedeni, o an sağlıksız düşünememelerinden kaynaklanmaktadır.

Genelde öfke geldiği zaman insanlar, sağlıksız düşünceye yönelir, sağlıklı değerlendiremediğinden ani karar vererek, istenmeyen hatalar yapmasına neden olur. Sağlıklı düşünme yetisin kaybetmesiyle yaptığı hataların farkına varsa bile sinirlenmesi, saldırganlığının devam etmesi ve kontrolünün kaybolmasına neden olur.

Fark edemediğimiz bir gerçek var ki, öfke anında insanın akrep gibi kendi kendini soktuğudur. Çünkü kızgınlık, kırgınlık ve hoşnutsuz anımızda orta çıkan bu öfke hali, ilk önce insanın kendine zarar vermektedir. Çünkü benliğini kaybettirir, insan olma özelliğinden uzaklaştırır. Aniden öfkeye kapılan insanlar, uyuşturucu bağımlıları gibi hâkimiyetlerini kaybeder, kendilerine zarar verdikleri kadar başkalarına da zarar verdiklerinin farkında olmazlar. Çünkü uyuşturucu komasına girenler gibi onlarında öfke komasına girdiğini söyleyebiliriz. İşte bu koma halinde John Webster’in “tabiatta, bir insanı kontrolsüz öfke kadar hayvanlaştıran, sakatlaştıran başka bir şey yoktur” dediği gibi, öfke insanları hayvanlaştırmaktadır. Aslında öfke eğiliminin hangi süreçte, nasıl gelişip bilinçaltına yerleştiğini araştırmak ve değerlendirmek gerekir. Öfke eğilimi, daha çocukluktan itibaren, gelişme çağında bilinçaltımıza yerleşmekte, daha doğrusu, büyüklerimiz tarafından yerleştirilmektedir. Öfke eğilimi; çocukluğunu yaşayamamış, evde öfkeli ve her şeye sinirlenen, bağıran ebeveynler, okulda çocuk psikolojisinden anlamayan öğretmenler, sokakta kendinden büyük veya baskın insanların baskısına maruz kalan sürekli azar işiten çocukları, ileriki dönemlerde, problemli ve hırçın bir yapıda olduklarını görüyoruz. Bu baskıcı yapı, onların gelişimini olumsuz yönde etkilerken başarısız olmalarına neden olduğu gibi, öfkeli, tahammülsüz ve hoşgörüsüz bir yapıya sahip olduklarının yanında, otoriter bir yapıya sahip olup hükmetme dürtüsünü oluşturuyor. Bu otoriter yapıları da, küçüklüğünden itibaren yaptırım üzerine kurulup, her istediğinin kendi isteği doğrultusunda yapılmasını istemesiyle, her hakkı kendinde toplamakta, sonsuz davranış, sonsuz özgürlüğü kendine hak sayarak, son derece hoşgörüsüz ve tahammülsüz olmaktalar. Çevresine karşı baskıcı, sinirli ve kırıcı yapıya bürünerek, farkında olarak veya olmadan onları kırmaktan ve mutsuz etmekten kaçınmazlar.

Böyle bir öfkeli, otoriter ve hoşgörüsüz bir toplum yetiştirmek, maalesef evde ebeveyn, okulda öğretmenler tarafından meydana getirilmektedir. Maalesef toplum ve hayat şartları insanları buna zorlamakta, yanlış olduğunu bilsek bile nemelazımcılıkla kontrol altına almayı düşünmemekteyiz. İşyerinde patron baskısı, durakta dolmuşun veya otobüsün geç kalması, itiraz edemediğiniz, ses edemediğiniz ve içinize attığınız öfkeyi, evde gücünüzün yettiği çocuğa boşalmanız, evde eşler arasındaki anlaşmazlıkları okula taşıyarak sinir deşarjınızı ve öfkenizi onlar üzerine boşaltmanız onların önce size karşı sonra üzerlerinde biriken öfkeleri boşaltacakları bir kıvılcım topu haline getirmektedir.

Ama genelde bu öfkeli görünme ve öfke patlamasıyla çocuklara karşı bağırmalarımız onlara karşı otorite sağlamak, kimin patron olduğunu göstermek amacıyla bazen kızmak, öfkeli ve asık suratlı olmak veya kızmasak ve öfkelenmesek bile öyle görünmek zorunda olduğumuz kanısına varırız. Zannederiz ki bu bizim otoritemizi gösterir. Okulda öğretmen, evde ebeveynler veya ebeveynlerden birisi çocuklara karşı beklenmedik tavırlar takınarak asık suratı, öfkeyi, kızgınlığı ve ortamın soğukluğunu otorite olarak görür, otorite adına beklenmedik çıkışlar yapılır. Asık surat, öfke ve kızgınlık, sanki kendi varlıklarının ispatıdır. Aslında bu tür davranışlar, onların otoriteyi sağlama davranışı olarak gördükleri çocukların psikolojik dünyalarında çatlaklar oluşturmakta, onlara karşı beğeni, saygı ve sevgiyi kaybettirmekle birlikte, çocukların kendilerine olan özgüvenleri kırılmakta ve çocukların onlardan uzaklaşmasına, sonraki zamanlarda onlara söyledikleri sözlere olan inançlarını da kırmaktadır. Yani bu otorite adına yapılan öfkeli davranış, kazançtan çok kaybedişlere neden olmaktadır. Bundan sonraki gelişimlerinde sürekli tedirginlik, çekingenlik, içe kapanıklık, başarısızlık veya bunların farklı boyutu olarak saldırgan bir hayat yaşamaya başlayacaklardır. Aslında otorite için yaptığınız öfkenizle bağırmalarınız, çocuklarınız için hazırladığınız gelecekteki felaketler ve yıkıntılarla oluşacak bir hayatın başlangıcı olmaktadır. Baskıcı ve sinirli bir aile ortamında yetişen bazı çocuklarda, yaşadıkları bu olumsuzlukların tersi de yaşanmaktadır. Sözgelimi öfkeli bir ebeveynin bağırmasıyla çocuk, problemlerini sadece aile ortamına yansıtmakta, biraz önce de söylediğimiz gibi ebeveynlerin her ikisine veya birine karşı güvensizliği, söz dinlememesi, sevgi ve saygısını kaybetmesi ama evden uzaklaşıp toplum içerisine girdiği zaman, bir melek görünümüne bürünmekte. Burada çocuğun aile ortamında bulamadığı huzuru arkadaş çevresinde bulmasından kaynaklanmaktadır. Aslında aile ortamında ki öfkeli ve baskıcı tutum onun huzur arayışını dışarıya yönlendirmektedir.

Geçmişi değiştirmek hiç birimizin elinde değil ama an’ı yaşayarak geleceği şekillendirmek elimizde. İşte bu yüzden geçmişi değiştirme gayretimiz yerine, öfkemizin verdiği veya vereceği tahrifatları ortadan kaldırmak veya günü yaşamak adına engellememiz elimizde. Bunu da, olaylar değil olaylara bakış açımız belirleyecek, öfkeye ve kine yönlendiren duygu ve düşüncelerimizi kontrol altına alarak yapacağız. Haksızlığa uğramış, yaralanmış olabilirsiniz. Bunu geçici kılmanız önemli. Eğer geçici kılıp unutmazsanız ve hatırlayışlarınızı sürdürürseniz, işte o zaman sizin için felaketlerin başlangıcı ortaya çıkmaya, mutsuzluğunuz gün geçtikçe artmaya başlar. Yani geçmişte yaşadığınız acıların pençesinden kurtulamaz, sizinle beraber yaşamaya devam eder. Artık acıyı yaşatanla birlikte, geçmişe de, bugüne de düşmansınız demektir. Aslında kendinize eziyet vererek kendinize olan düşmanlığınızı ilan etmişsiniz demektir. Eğer geçmişi geçmişte bırakıp öfkenize hâkim olduysanız, bugünü yaşamayı bilen ve mutluluğu yakalayan başarılı bir insansınız demektir.

Öfkenin en büyük nedenlerinden birisi de, kabullenip affedememek ve geçmişe takılı kalmaktır. Affedemediğimiz zaman öfkemizi canlı tutmuş, onu besleyerek düşmanlığa, düşmanlığı besleyerek öç alma olarak değişime uğratmışsınız demektir. Sonuçta öfkeyle oluşan düşmanlık sizi öç almaya, öç alma duygusu da şiddete yönlendirecektir.

Unutmayın, öfke hiçbir zaman durduğunuz yerde kendini göstermez ve uyuduğu yerden uyanmaz. O sizin bilinçaltınıza yerleşmişken, mutlaka bir işaret verir, geldiğini haber eder. Nasıl ki bir kapta ısıtılan su belli bir dereceden sonra küçük kabarcıklar meydana geliyor ve suyun ısınmaya başladığını haber ediyorsa, öfkelenen insanda bu sudaki kabarcıkların işareti gibi benzer işaretler gösterir. Sakin görünümü hareketli hal alıp hareketleri değişir, sakin konuşması şiddetlenerek konuşmalarına yansız, farklı sözcükler seçmesine neden olur. Bu belirtilerle insanın ruh halinin değişikliği yüzüne yansır, mimikleri ve ses tonunda ki çatlaklık öfkesinin geldiğini belli eder.

İşte bunun gibi belirtilerin oluştuğu halde insan kontrolünü kaybedip öfkenin kontrolüne giriyor. Artık kontrol kendi elinde değildir. Kendini kaybeder, ne yaptığının farkında olmaz. Bilinç kabına uğrar. Bu kayıp şiddetine göre saldırganlık oluşturur. Sözle, darpla son bulur.

İşte bu durumda, öfkenin kontrolünden çıkıp, geçmiş ve gelecek duygusunu yok etmekte yarar vardır. O anda öfkenin yönlendireceği saldırganlığın önüne geçip olayları büyütmemek için, öfkenin nedenini araştırmalı, mümkünse hiç konuşmamalıdır. Çünkü kontrol kaybı yaşamakta, ne konuşacağını bilemeden olan olayın boyutunu değiştirebilir. Eğer konuşma zorunluluğu varsa, yumuşak bir dil, yumuşak bir ses tonuyla konuşması gerekmektedir. Çünkü yumuşak ses tonu, hem kendisi hem de karşısında insan için öfkenin dinmesine sebep olur.

Bu sükûnetin ses tonunun yumuşamaması sonucu oluşan olaylar hakaret ve darp oluşur, hâkim huzuruna çıkan insanlar “kendimi kaybettim” diyerek bir anlamda yaptığı kötü durumu kabullenir ama sanki suçu kendini kaybetmeye yüklerler. Oysaki suçu kontrolü kaybetmesine atan suçlular, o öfkelendikleri anda biraz sakinleşseler, biraz sabırlı olsalar, belki de kendilerini kaybetmeyecek, olayların bu aşamaya gelmesine müsaade etmeyecekti. Bir anlık öfkesini baskı altına alabilseydi, belki bir ömür yaşayacağı gereksiz ıstırabı, acıyı önlemiş olacaktı.

Aslında böyle durumlarda öfkeye hâkim olmak, insanı olgunlaştırdığı gibi insan olma erdemini de kazandırmış ve mutluluğu yakalamasına imkân tanımış olur. Nasıl ki iyi kaptanlar fırtınalı denizde belli olur, gemiyi yara almadan limana ulaştırırsa, erdemli insan olmanın en belirgin özelliği de, öfkesine sahip olan ve öfkesini unutmasıyla ortaya çıkar.

Bazen çok küçük olaylar karşısında bile öfkesi tavan olan insanlar görürüz. Aslında onların bu tepkisi, bilinçaltına yerleşen karşı koyma düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Oysaki o karşılaştığı davranış ve söz karşısında bilinçaltını devreye sokmadan, kendini haklı görmeden, o söz ve davranışı yapan kişinin yerine kendini bir koyabilse, biraz sabretse ve biraz hoşgörü gösterse sükûnetle halledebilecek. Unutmayın, böyle durumlarda haklı olmanız mutlu olmanıza yetmiyor. Öfkenizle haklılığınızı savunmaya çalışmanız, sizin olan mutluluğu öfkenize feda ettiğinizin, mutluluğunuzun elinizden uçup gittiğini gösterir. Bu mutluluğun yok olmaması ve anı yaşamak için unutmayı, sakin ve sabırlı davranarak affetmeyi deneyin.

Unutmamalı ki, dün geçti. Dünde yaşanan acıları tekrar hatırlamak acı verecektir. Mutlulukları hatırlayıp o ana takılı kalmaksa, şu anda oluşacak mutluluğu kaçırmanıza neden olacaktır. Yarına da takılı kalarak an’da ki mutluluğu kaçırmayın. İşte öfkelerimiz korkularımıza ve dünle yarına takılı kalıp mahkûm olmak, en büyük hatamız olan bugünü yaşayamamamıza neden olmaktadır. Hayatımızı bu geçmiş ve gelecek üzerine kurarak, an’ımızı yaşanmaz kılıyor ve ömrümüzü mutsuz tamamlama gayretine giriyoruz.

 

 
 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.