Konya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.34
  • EURO
    34.76
  • ALTIN
    2415.1
  • BIST
    10045.74
  • BTC
    57271.21$

Kilis 7 Aralık Üniversitesi Kadın Sempozyumu Üzerine Sorunun Ortaya Konuluşu

02 Eylül 2023, Cumartesi 00:00

Son on yıllarda kadın cinayetlerinin ve genel anlamda kadına uygulanan şiddetin nedenleri olarak dinsel anlayış, tarihten beri süregelen erkek egemen aile yapısı, eğitimsiz ve acımasız kişiler gösterilmektedir.

Felsefi irdelemede ele alınan bir nesne ya da konu, herhangi bir önyargı, tarihsel gelenek ve toplumun genelince kabul görmüş popüler yargılar ile pragmatik yararlar açısından değil, çeşitli perspektiften ele alınarak yapılır.

Her şeyden önce sorunun, kadın tabiatının kadınlarca bile iyice anlaşılamadığı kanısındayım. Benim soruna yaklaşım biçimim, kadın-erkek çatışması ya da erkek şiddetine maruz kalan kadınlar bağlamında değil de kadın ve erkek doğalarından kaynaklanan bazı sosyo-psikolojik niteliklere eğilmek biçiminde olacaktır. 

Bir kavram, kök itibariyle isim olarak verildiği nesnenin bir kısım karakteristiklerini verebilir. ‘Kalem’ kavramı Türkçede yazmak eylemini çağrıştırır. Yani, kalemden yazmak, bıçaktan kesmek, ateşten yakmak beklenir. 

Mahiyet (nelik) kavramı nedir?

Mahiyet (nelik) bir şey’e o şey denilmesine neden olan öz ya da özlerdir. İnsanın mahiyeti (neliği) nedir? Kısa öz tanımlarla: 

İnsanın mahiyeti için kabaca ruh ve beden ögelerinin mecz edilmesiyle oluşan akıl ve bilinçli varlıktır, denilebilir.

Eril ve dişil kavramlarının neliği nedir?

Eril, türünün devamını dişini dölleyerek sağlayan canlıdır.

Dişil, yavrusunun oluşumunu ve belli bir süre gelişimini bedeninde taşıyarak türünün devamını sağlayan canlıdır.

Bir varlığın mahiyeti, onun nitelikleri üzerinde ne ölçüde etkili olabilir?

Konumuz bağlamında erilin ve dişiliğin mahiyetleri canlının, düşünce, davranış ve tutumlarında ne ölçüde farklılıklar oluşturabilir?

Erilin ve dişilin (bay ve bayan) birbirlerini istemeleri mahiyetleri gereği midir yoksa verilen kültür ve eğitimin sonucu mudur? Yani 

Evlilik (birlikte yaşama) bay ya da bayanların mahiyetleri gereği midir yoksa dünya ve hayat görüşlerinin yönlendirmesinden dolayı mıdır? 

Cinsel güdünün tatmini için karşıt cinslerin birlikte olmaları bir zorunluluk mudur?

“Zina” suçunun kapsamından çıkarılan yetişkin karşıt cinslerin nikahsız birlikte olmaları Günümüz modern toplumlarında, nikahlanıp düğün dernekle evlenmekten daha masrafsızdır ama yine de evlenmek/nikahlanmaktan insanların vazgeçmeyişleri, karşıt cinslerin birlikte olma isteklerinin salt cinsel tatmin duygusuyla açıklanamayacağını gösterir. Demek ki, evlenmenin ana etkenini onların mahiyetleri, yani türün devamını sürdürmek isteyişlerinde aramak gerekir. 

Soruna bir de karşıt cinslerin çatışması açısından, yani erkeğin asırlarca adale gücüyle mi kadına baskın çıktığı sorununa da değinmek gerekiyor.

Sadece erillik ve dişilik nitelikleriyle birbirinden ayrı olan aynı insan türünde, tarih boyunca neden erkek lehine kadın aleyhine bir sonuç meydana gelmiştir?  

Kadının toplumsal düzende, erkekten geri bir konumda kalmasına mahiyetlerindeki farklılıklar neden olmuş olabilir mi? Yani kadının toplumsal statü ve işlev bakımından erkekten geride kalması fiziksel güç bakımından daha zayıf olması, yani Darwin’in, Lamark’ın “fonksiyonlar organları yaratır” ilkesiyle açıklanabilir mi?

Kadının hamile kalması, dokuz ay çocuğunu bedeninde taşıyarak besleyip büyütmesi, doğurma anında yıpranması ve çocuğunu beslemek için emzirmesi ve bakımını üstlenmesi kadının doğal olarak toplumsal işlev ve görevlerde erkeğe göre geride kalması yadsınamaz.

Ancak; kadının anne olma işlevselliği nedeniyle erkeklerle denk iş yapmasının mümkün olmayışı, onun toplumsal yapıdaki etkinliğini doğal olarak gerilettiği görüşü, ev kadınlığının ve annelik işlevinin erkek üzerine yüklenilen evin geçiminden daha önemsiz görülmesi düşüncesindendir. Oysa ki onun yaptığı erkeğin yaptığı işten hiç de geri kalır yanı olmadığı, yeni kuşakların doğurulması ve neslin devamının sağlanması açısından bakıldığında ortaya çıkar.

  Toplum olarak yüz yıl yüzümüzü batıya döndürmemiz de yaraya merhem olamadı. Son on yıllarda bizde kadın araştırmalarının yapılması, üniversite ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla sempozyumların düzenlenip kamuoyu oluşturulması da kör geleneğin rasyonalize edilmesini mümkün kılmadığı görülmektedir. Erkeğin ontolojik olarak önde sayılmasını önceleyen erkek egemen toplum yapısının değer yargıları erkeklerin kadınları sıkılamasına neden olmaktadır. Günümüzün önemli toplumsal trajedisi olan erkeklerin ya nikahlı eşlerine uyguladıkları şiddet (yaralama, öldürme, yakma ya da ayrı yaşadıkları ya da boşandıkları eşlerini takip, tarassut, mobbing uygulama, telefonla tehdit etme, başkalarıyla rahatsız edici, huzur bozucu haberler gönderme, evlenmelerine engel olma gibi bazı insanımızın hak bilmezliği ve hukuk tanımazlıkları yaşanmaktadır.

Tümü demeyelim ama bunların çoğunun temelinde insanımızın sağlıklı ve uyumlu bir aile ortamında çocukluk ve gençlik dönemi geçirmemeleri yatmaktadır. Sevgisiz, saygısız, lanetler ve kahırlar altında doğup, büyüyen, dini ya da metafizik bir hassasiyet duygusu edinmeden, ahlaki ve hukuki bir aydınlanma eğitimi almadan toplumun arasına karışan suça yatkın kimseler maalesef toplumun huzurunu da kaçırdığı gibi nice masum kadın ve kızın genç yaşlarda hayatlarını karartmaktadır.    

Bu sosyo-psikolojik toplumsal sorunun tek müsebbibi olarak erkeklerin gösterilmesi de adil değildir. Olumsuz aile ortamında sadece erkekler yetişmiyor, bu olumsuz şartlardan etkilenerek kızlar da normal bir ev ya da iş kadınının görev ve sorumluluklarını kaldıramayıp kocasını ya da iş yerinde patronunu/müdürü tahrik ederek kendisine zarar verilmesine neden olan kadınlar da görülüyor. Ancak kadınların erkekler karşısında adale bakımından dezavantajlı konumları nedeniyle yasalar, “kadının beyanı esastır”, ilkesi ile pozitif ayrımcılık gözetilerek yapılıyor. Bu durum, nadir olarak da görülse, bazı art niyetli hanımlarca istismar edilebiliyor. “Bizim bir arkadaş, Adana’da bir sempozyuma katılır. Sunumunu yaptıktan sonra Grant tuvalet şehrin parkını gezmeye gider. Parkta birinin anne diğerinin de kızı olduğunu tahmin ettiği çekirdek çitleyip kabuklarını yere atan biri orta yaşlı hanım, diğeri de genç bir kızı görünce “Hanımefendiler çekirdeklerin kabuklarını yere atmasak olmaz mı”, deyince kadın, “beyefendi sana bir kara çalarım ki, bundan sonraki ömrünü kurtulmak için harcarsın, çek git şuradan”, deyince yanlarından ardıma bile bakmadan nasıl uzaklaştığımı anlatamam, dedi”. (Murat Güney, Vizyon Matbaacılık, Sivas). Fakat erkeklerin kadınlara karşı kullandıkları orantısız gücün haddi hesabı olmadığı için hukuksuzluğun kurbanı ya da maduru genelde kadınlar olduğu için haklı olarak daha çok erkekler gündeme gelmektedir.   

Kadın-Erkek Çatışmasının tarihine göz atıldığında kitaplı sayılan semavi dinlerden Yahudilik ve Hıristiyanlığın kadını ta baştan aşağıladığı görülürken kadın haklarından Kur’an’da birçok ayette söz edildiği görülmektedir. Yazılı tarihten öncesindeki kadın hakkında pek bir şey bilinmemesine karşın, belgelerin bize aktardıkları dikkate alındığında, -Kur’anın koruyuculuğunun etkin olduğu dönemler 7. Asır) in dışında- kadının tarih boyunca erkeğin insafına terk edildiği görülmektedir.  Kadının ilkçağlardan beri erkek karşısında fizyolojik yönden zayıf ve korunaksız olması nedeniyle genel anlamda yirminci yüzyıla kadar erkek egemen bir ortamda ezildiği söylenebilir.

Ancak yirminci yüzyıldan sonra modernleşme, aydınlanma ve özgürlük düşüncesinin genel anlamda kadının durumunu iyileştireceği beklentisini artırmasına karşın, sonuç beklentilerin çok altında kaldı. Çünkü bu çabalar kadının erkek karşısında insanca bir yaşam hakkı ve ortamı elde etmesine değil –feministlerce- onun ontolojik, epistemolojik, aksiyolojik ve psikolojik tamlayanı olan erkeğin rakibi, hasmıymış gibi takdim edilmesi nedeniyle doğasının gereğinden gelen nesli sürdürme ve ev işlerinde koca baskısına, modern yaşama katılmaktan dolayı da harici iş hayatında müdür/patron baskısı ve sorumluluğu altında bırakıldı.

Erkek lehine olan kurulu sosyal düzenin kadınlar lehine düzenlenmesi gereği yerine kadınların erkek egemen yapılandırmaya evrilmesi erkek ortamları ve koşullara kadınların uyum sağlamalarına çalışıldı. Erkekleri, nezaket, kibarlığa, inceliğe davet eden telkinler yerine kadınların erkeklerle aynı ortamı paylaşmaktan çekinilmemesi, onları kadın lehine değiştirme yerine onlar gibi rahat, serbest ve cüretkâr olmaya davet edildi. Kadının cinsiyetinden dolayı çekingen davranmaması gerektiği, bedenlerinin iri, adalelerinin güçlü olmaları nedeniyle onlara karşı ürkek davranılmaması, onların bulunduğu her ortama girmeleri ve onlara katılmalarını telkin ederek çocuk yapmak durumunda kalarak erkek ortamlarından ve uygar toplum muhitlerinden uzak kalmamaları, kadınların da gece hayatlarının olması ve eğlence yerlerinde rahatça gidebilmeleri, gazino ve barlarda dans edebilmeleri ve toplu oyun ve halaylara katılmaları, sigara, nargile, alkol alabilmeleri öğütleniyor. Kadını belirleyen ögenin, cinsiyet olmadığı, kadının doğurmak ve anne olmak gibi bir zorunluluğu bulunmadığı, cinsiyetin asli değil tali/eğreti öge olduğu düşüncesi entel çevrelerde sıklıkla dillendirilince kadın kendi mahiyetine/doğasına yabancılaştırılıyor. Erkek egemen toplum yapısıyla mücadele adına çıkılan kutlu yol, eşit emek, eşit ücret çıkışı evrile evrile kadının, kadın karşıtı bir yapay doğaya dönüştürülmeye çalışılıyor. 

Önceki yüzyıllarda dini ve ahlaki korkutmalarla erkeklerin kadınlar üzerindeki baskı ve şiddeti kısmen azaltmak mümkün olurken moderniteyle birlikte kadın tümüyle dini ve ahlaki duygularından uzaklaşan erkeklerin insafına bırakılmıştır. Sonuçta özellikle birçok eğitimsiz ve mesleksiz kadın ‘Kadını Koruma Evleri’ne sığınmak durumuna düşürülerek aile ortamlarından koparılıp kendinden sonra kendi gibi bir varlığı önce kucağına almaktan sonra da onu büyütüp yetiştirmekten yoksun ediliyor.  

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.