Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.9
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63025.689$

KILAVUZU KARGA OLANIN. . .

14 Ekim 2016, Cuma 08:36

 

Beşer tarihine bir göz atacak olursak, tarihi çok eski olmasına rağmen, varlıklarını devam ettiren milletler olduğu gibi, bir zamanlar parlak bir uygar­lığa sahip oldukları halde, bugün ismi ve cismi bilinmeyip, tarih sah­nesinden çekilip giden milletler de vardır. Bunların yok oluş sebeplerini inceleyen ta­rihçiler, en büyük âmil olarak örf, âdet ve an’anelerine sırt çevi­rip öz benlikle­rinden koparak, başka milletlerin kültür emperyalizmine maruz kalmalarını göstermektedirler.

Bir ağacın toprak altındaki kökleri kesilirse, sararıp, kuruyup yıkıl­maya mahkûm olduğu gibi; milletlerde tarihî bağlarını koparır, Ecdadına hor bakar, örf ve âdetleriyle ilgisini keser, manevî değerleriyle alay eder, her haliyle başka milletlere özenir, onları taklit ederse, o millet de tükenip yok olmaya, zillet ve sefalete düşmeye mahkûmdur.

Kendine itimadı olmayan, azim ve iradeden yoksun, inanç ve şahsiyet fukarası, başkalarının mukallidi insanların hiç bir varlık gösteremeyecekle­rini en iyi bilen Peygamberimiz; günlük hayatın en basit işlerinde bile, de­vamlı Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefeti emretmiş hangi hususta olursa olsun on­ları taklide kati surette müsamaha göstermemiş,  onlardan  alın­ması zaruri olan şeyleri de, İslâmî bünyeye uydurarak almıştır. Bu husus­taki kararlılığı: “Kim bir kavme benzemek isterse o kimse, o kavim­den­dir.”([1]) hadisinde açık bir şekilde görülmektedir. Ünlü düşünür Buruno’nun: "Başkala­rının izinden gidenler iz bırakamazlar.” sözü, konunun ne güzel özetidir. 

Türkler Müslüman olduktan sonra ve Osmanlılar zamanında, İslâm’ın itikadî ve amelî hükümlerine harfiyen bağlandıkları halde; ihtiyarî husus­larda yani İslâm’a muhalif olmayan örf, adet ve gelenekleri hususunda taviz verme­yerek şahsiyetlerini kaybetmemişler, Acem ve Arap milletleri içeri­sinde asimile olup tükenip gitmemişlerdir. Neticede asırlara hükmet­mişler, yedi iklim dört kıtada at koşturmuşlar, Bangladeş'e filo göndermiş­ler, En­donezya da (Açe Sultanlığı) kendilerine metbu sultanlık kurmuşlar, Afrika ortalarında ve Yemen sahillerinde adlarına Hutbe okutmuşlar, Ak­deniz, Karadeniz ve Hazar denizini gölümüz haline getirmişler, Dani­marka’ya asker çıkarmışlar, Kırım da hanlıklar kurmuşlar, bu gün hayal etmekten bile çekindiğimiz muaz­zam bir devlet meydana getirmişlerdir

Fâtihleri, Yavuzları, Kanunileri sinesinden çıkaran bir millet. Barba­ros­ları, Piri Reisleri, Koca Sinanları, İbni Kemalleri, Mevlânâ ve Yunusları ku­cağında besleyen bir millet. Fezaya ilk uçmaya çalışan, ilk denizaltıyı yapan, ilk havan topu ve Şâhi’leri döken, ilk robotları harekete sevk eden, ilk aşıyı bulan ilim, fen ve tıp adamlarını tarihe hediye eden bir millet…

Tek başına altı asır İslâm’ın bayraktarlığını yapan, onunla yücelip yük­selen, dünyaya adâlet ve insanlığı, nezaket ve nezafeti öğretip, Haçlıla­rın bar­barlık ve şiddetinden dünyayı kurtaran bir millet…

Bu gün ne hallere düştün? Kimi taklit ediyorsun? Ne kadar çelişkiler içe­risindesin? Avrupalı senin dününe, sen Avrupalının bu günkü süflî ha­yatına hayransın.

Devletimizin en yüksek dini merciindeki Diyanet İşleri Başkanına proto­kolde 52. sırayı verirken, papa memleketimize gelince bizi temsil ettiklerini iddia edenler, el öpmek için sıraya geçerlerse... 

Avrupalılar bir çinisini, bir pencere kanadını bile çalıp kaçırarak en muh­kem müzelerinde muhafaza ederlerken, biz bir zamanlar Ecdadın içinde ilim tahsil ettiği, kelime-i tevhit çektiği Kur'an sadâlarıyla çınlattığı tekke ve med­reselerimizi  turistlere pansiyon yaparsak... 

Ecdadın yazdığı milyonlarca eserler tozlu ve rutubetli dehlizlerde çü­rüyüp elimizi bile sürmezken, Antikçağ Yunan filozoflarından Aristo'nun, Sokrat'ın, Zenon'un, Pisagor'un, eserlerini satırı satırına genç nesillere ez­ber­letirsek... 

Dininin şartını, Peygamberinin hatta kendi öz dedesinin ismini bilme­yen küçük yavrularımıza Holivud yıldızlarının ve dünyadaki meşhur spor­cuların isimlerini yedi ced’leri ile belletirsek... 

Trakya’daki camilerimizi, tekke ve medreselerimizi yerle bir ettikleri halde, milyarlarca  lira harcanıp restore edilen Patrikhanenin açılış törenle­rine en yüksek seviyede katılır, 537 sene içinde namaz kılıp Ecdadın tekbir sesle­riyle çınlayan Ayasofya'yı hâlâ onların hatırına kapalı tutar­sak…

Tarihi olmayan derme çatma milletler bile, halkı birbirine bağlamak, gençlere manevi bir dayanak bulmak, halkını başka milletlerin kültür em­per­yalizminden koruyabilmek için, yalancı tarihler uydurup, efsanevi kah­raman­lar ortaya çıkarırken; binlerce yıllık bir tarihi olan milletin televizyo­nunda oynatılacak yerli dizi bulunmaz, kovboy filmleri çevirmeye heves­lenir, sokak panolarına Midasın Kulakları, Demoklesin Kılıcı, Kral Lear, Sezar, Romeou ve Jülyet...  Gibi afişler asarsak, devlet bütçesinden trilyon­lar harcayarak milletimize ve gençlerimize, hiçte zevk almadıkları halde, Şopen, Bahh, Paganini, Mozart...  Gibi batı bestecileri dinletilir, Üçüncü Selim, Itrî, Dede Efendi, Sadettin Kaynak...  Öğretilmezse, Bizim hiç evli­yalarımız, Alp Eren­lerimiz, Dede Korkutlarımız... Yokmuş gibi gençliği­mizi  Noel Baba safsata­larıyla tatmin etmeye çalışırsak…

Biz daha AB’a gireceğiz diye Avrupalının kapısında çok bekleriz. Ne demiştik yukarıda: “Başkalarının izinden gidenler, iz bırakamazlar.”

 

Dipnot:

[1]- Aclûnî, “Keşfü’l-Hafâ”, c. 2, s. 240.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.