Konya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    34.70
  • ALTIN
    2412.4
  • BIST
    10045.74
  • BTC
    58173.36$

Kahramanmaraş Depreminin Düşündürdükleri

14 Şubat 2023, Salı 00:02

Tarihi süreç içinde bu ihtiyar yer küre pek çok depremlere tanık olmuş, binlerce can enkaz altında kalmış, konutlar yığıntı haline gelmiştir. Depremler genelde lokal bölgeleri vurur. 6.2.2023’ün  04.17’gerçekleşen KahramanmaraşDepremi ise merkez üssü Pazarcık ve Elbistan kazaları olarak belirlenip alışılagelmişin dışında geniş bir coğrafi alanı tam on il (Hatay, Adıyaman, Malatya, Adana, Osmaniye, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Kilis) de ülke tarihinde görülmemiş yıkımla binlerce can yitirilmiştir. Depreme Kilis’te saat 04.17’de ben de yakalandım, daha önce hayatımda böyle şiddetli bir deprem yaşadığımı hatırlamıyorum. Sanırım 1963’te ve 1968’de Afşin’de, 1996’da ve 1999’da Sivas’ta olmak üzere dört kez depremin dehşet ve şiddetini hissetmiştim. Öncekiler, yaşadığım bu depremin yanında hiç kaldı.

Fakültedeki öğrencilerimize, çevremizdeki eş, dost ve tanıdıklara aydınlanma kavramından sıkça söz ederek insanların ve toplumların risklerinden korunmak ve verilerinden/imkanlarından yararlanmak için tabiatın matematik dille yazılan lisanını öğrenmeleri gerektiğini, aksi takdirde tabiatın verilerinden yararlanabilmek şöyle dursun en ağır risklerini üzerimize çekeceğimizi söyler, insanların ve toplumların aydınlanmaları gerektiğinden söz ederdim. Bu depremden sonra tabii afetlerden (yangın, salgın hastalık, kuraklık, kıtlık, sel, baskın, iç savaşın yanında) depremi bambaşka bir yere konumlandırmak gerektiğini ve depremin risklerinden korunmada bilinçli olmanın, aydınlanmanın payının oldukça düştüğünün farkına vardım. Savaşta taraflardan biri pes edip barış istediğinde savaş biter. Yangında yanacak nesneler bittiğinde yangın söner ancak depremin insan ve toplumu aciz bırakmasını sonlandıracak bir etken günümüz şart ve imkanlarıyla bulunmuş değildir. Yerin altında km’lece derinlerde fay hatlarının kırılmasıyla gerçekleşip yeryüzünü tahrip etmesini engelleyemiyoruz. Deprem fay hatlarını tespit ediyoruz ama ne zaman hareketleneceğine ilişkin prevision (bilimsel öngörü) da bulunamıyoruz. Alabileceğimiz tedbir sadece konutları ve binaları olabildiğince sağlam yapabilmektir. Ancak 7, 8, 9 ve üzeri şiddetteki bir depremin tahribatının engellenmesi oldukça güçtür. Depremler için mevcut erken uyarı sistemleri oldukça yetersizdir. Can kayıplarını asgariye çekebilmek için yapılabilecek yegane şey erken haberdar olmak. Maalesef bunun için de birkaç harici belirti (bölgedeki suların ısınması, deniz suyunun kabarması) dışında bir veri bulunmuyor. Pek çok yerbilimci (jeolog) ve doğa bilimci deprem fay hatları ve alanlarından söz ediyor, uyarılar yapıyorlar, zamanı konusunda “gelecekte” demekten başka bir ifade kullanamıyorlar. “Gelecek” ucu açık bir kavram, deprem olduktan sonra “biz aylar öncesinden söylemiştik demeye başlanıyor. Olacağı saati, günü, haftası bile söylenemiyor. Tabii onların da yapabileceği bu. Bilim adamları da ancak ellerindeki bilgi ve cihazlarla öngörüde bulunuyorlar. Buradan anlıyoruz ki, elimizdeki mevcut bilimsel veriler, depremin gününü ve saatini, dakikasını bir iki gün, birkaç saat, hatta birkaç dakika öncesinden bilmemize yeterli olamıyor. Depremin olacağı öngörülüp insanların konutlarını terk etmeleri gerektiğini önceden haber verilemeyişi insanı ve toplumu aciz bırakıyor. Bilim adamlarının öngörüleri iskana açılacak olan bölgenin deprem kuşağı, fay hatları üzerinde olup olmadığına ilişkin bilgilendirmeden ibaret kalıyor, depremin günü, saati, dakikası önceden bildirilemiyor.

Deprem tahribatının ve can kayıplarının elbette bizden kaynaklanan etkenleri olduğunu gözardı etmemek gerekir. İskana açılan yerleşim yerlerinde -affedilmesi mümkün olmayacak- sağlam zemin etüdünün yapılmayışı, inşaat malzemelerinin bilimsel verilere göre hazırlanmayışı ve inşaat mühendisliği bilgisinin eksikliği ya da daha baskın nedeni insan hayatını ve maliyetleri değil de rantı öncelemek, depremin yıkımını ve can kaybını artıran önemli etkenlerdir. İhmal, hata ve istismarların konut inşaatlarının görselliğe dönük dış kısımlarında değil de sıva ve boya altında kalarak gözükmeyen ve inşat maliyetinin % 25’e tekabül eden temel ve karkas yapı kısmında yapılması deprem yıkımlarını ve can kayıplarının artmasındaki temel neden olduğu dillendirilmektedir.

Her yasal olanın hakkaniyet üzerine bina edilmediğini, kanun’un hukuk’la özdeş kavramlar ve bazı yasal uygulamaların meşru olmadığını, hayatımızı kanunlara göre değil de hakkaniyete, meşru olana uyarlamak gerektiğini algılamak gerekir. Toplumsal şirazenin kaydırılması (her bireyin başkasını nesneleştirmesi) sonucu başa gelen bela ve musibetler, haksızlık, adaletsizlik, eşitsizliklere yorulabilir mi?

Sadece depremler konusunda değil her tür toplumsal sorunun kaynağında insanın bizatihi değerinin bilinmeyişi yatmaktadır. Bunun da temelinde Allah, İnsan ve Evren ilişkisinde mühim-ehem ve lüzum-elzem-sıradüzeninin oluşturulamayışının yattığını düşünüyorum. İnsanlar hayat tarzlarını genelde yüce yaratıcının buyruk ve yasaklarına değil de arzu ve isteklerine uygun seküler yaşam ilkelerine göre uyarladıklarından meşruiyet (Allah’ın tanıdığı haklar) dairesine değil de benlik duygularını mutlaklaştırmaya eğilimli hale geldiler. Yani kendilerini özne, başkalarını nesne olarak görüp ona göre eylemde bulunuyorlar. Böyle bir anlayış her insanı ben merkezli bir eğoizm sapkınlığına götürüyor. Bu yüzden insan ticarette türdeşlerinin emeğini bencil ve doyum bilmez kâr tutkularına kurban edebiliyor, birbirine karşı gösterdikleri acımasız şiddet sarmalında nefsi kin ve hırsları için birbirlerini ağır şekilde yaralayıp canlarına bile kastedebiliyorlar. Tüm bunlar insan için insanların, toplum için toplumların ne anlama geldiği ve ne kadar önem arzettiğinin farkına ve bilincine varılmayışıdır diye düşünüyorum. İnsanın toplumsal hayatının zehir edilmesinde, insanın kendi türdeşlerine gösterdiği değersizlik ve sevimsizlik duygusunun önemli payının olduğunu artık algılamak durumundayız. Türdeşlerimizi nesneleştirmekle konfora, rahatlığa, emeksiz tatlı gelire kavuşabiliriz ancak başkalarına rağmen elde ettiğimiz servet ve varlığın, lüks ve konforun bizi güvenlik ve huzura kavuşturamayacağını, esenliğe çıkaramayacağını önce zihnimizin anlaması sonra da gönlümüzün onaylaması gerekir. Depremler toplum pramidinin altındakileri, ortasındakileri olduğu gibi yukarıdakileri de, ezilenleri olduğu kadar haksız kazanç sağlamayı kendilerine doğal bir hak olarak gören zirvedekileri de vuran tabiî afetlerdendir.    

Naturalistler ve olgucu atomcu yaklaşım mensupları, “tabiattaki doğal bir olayın nedeni yine bir önceki başka bir doğal olaydır”, derler. Böyle bir yaklaşım, yapay doğa olaylarının toplumsal iradeyle gerçekleştirilebileceği, örneğin yol, viyadük, tunel, baraj, kısmî kuraklık, yeni kentleşme alanları gibi. Toplumsal irade ve tutumların tabi olaylara neden olamaz. Örneğin, deprem, sel, volkanik patlama, yeraltındaki göçükler gibi. Sosyal olayların nedeni olarak doğal fiziksel bir olaydan söz edilebileceği, örneğin bir deprem ya da volkanik patlama sonucu bir kentin yerinin değiştirilmesi gibi. Ama bir toplumsal yapının tutumu nedeniyle ne volkanik patlama ne de deprem oluşur.

Metafiziksiz bir felsefe ekolü olan natüralizm ve ruhsuz bir bilim olduğunu savunan olgucu atomcu bilim paradigması tabiatın işleyiş mantığını böyle açıklamaya çalışıyor. Evet, tabii olayların sadece fiziğine odaklanan tabiatçılık ve olgucu-atomculuk tabiî olayların nedeni olarak fiziksel olayları görüyor. Ancak nedenlerin nedenini araştıran felsefe, yani metafizik ise tabii ve toplumsal olayları kendi koyduğu ve işlettiği bir yasa dairesinde gerçekleştiren sınırlı duyu organlarımız ve gözlem araçlarımızla görülmeyen ve bilinmeyen bir yüce varlığın (Tanrı) sadece fiziksel değil tüm olay, olgu evrenin varoluşunun temel nedeni olduğunu belirtiyor. Meseleye metafiziksel açıdan bakıldığında tabiatçılık ve olgucu-atomculuğun sınırlı yapı taşlarıyla uzanamadığı alanlara ilişkin kesin yargılarda bulunması nedeniyle çok kullandığı bilimsel sıfata uzak kaldığı söylenebilir. Metafiziksel açıklamanın ise verileri ya da öngörüleri nesnel olmayışı nedeniyle tüm insanlarca kabul görmeyip sadece inananlarca itibar ediliyor.    

Bilginin ve bilgeliğin inşa edebileceği erdemli toplumun düşünülmesi gerekir. Aksi takdirde bizatihi insanı dikkate almayan güç ve sermaye, bizi kendi türdeşlerini yiyen modern canavarlara dönüştürecektir. Depremin -ifadem biraz absürt olacak ama- güç ve servet sahiplerini de aciz bırakan, kendilerine gelmelerine vesile olacak olan etkin bir rolü de olmaktadır. Tabi biz dehşetle değil insanımızın ibretle kendilerini tedip etmeleri gerektiğini düşünürüz. Aksi takdirde tabii afetler biz insanları dramatik şekilde tenkil edecektir.

İnsanı sevmek ve önemsemek temeli üzerine kurulacak olan erdemli topluma doğru yol alacak olan süreçte bilgece ilkeler ve kadîm hayat umdelerini cadde ve sokaklarda afişe edip bunlara sadakatle bağlı kalmak gerekir.

Milletçe çok ağır sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kaldığımız Kahramanmaraş Depreminden sonra inşaat süreci içinde rant (aşırı kâr) değil de insanın öncelenip sıkı kuralları içeren yasalar yapılıp önlemler alınmalıdır. Ülkemizin yaşadığı bu dramatik ve yıkıcı depremin son olması dileğimizle kaybettiğimiz canlara rahmet yaralılara acil şifalar diliyorum.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.