Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63827.657$

Esirlere Muamele ve Avrupalılar (1)

15 Nisan 2021, Perşembe 10:20

Beşikteki sabilerini bile Türk düşmanlığı ile şoklayan Av­rupalılar, savaş ve barışta ellerine geçirdikleri Türk esirlere çok kötü muamele etmişlerdir.

İncillerde esirlerin lehine olabilecek pek bir cümle yok­tur.(1) Müslümanlık gibi, esirlere iyi davranılmasını, onların azad edilmesini, bu hususta kolaylık gösterilmesini tavsiye eden ayetler de yoktur. Bilâkis gerektiğinde onlara ceza uygulanma­sının caiz olduğuna dair ayetler vardır. Mesela: “Efendisinin arzusunu bildiği halde onun icrasına hazırlanmamış veya ona göre amel etmemiş olan köle kırbaç darbeleri ile dövülecek­tir.”(2)

İslâm’ın peygamberi Hz. Muhammed ise, kölelerle hürler arasında hiçbir ayırım yapmamış, onlara son derece iyi davran­mış ve davranılmasını emretmiş, onlarla oturmanın bile zül ka­bul edildiği bir dönemde onlarla oturmuş, muhabbet etmiş, be­raber yemek yemiş ve kendisini tenkid edenlere de: “Bunda ne var. Ben de Rabbimin kölesi­yim.”(3) demiş, köle azad etmeyi en büyük sevap olarak tavsiye etmiştir.

Meşhur bir Macar Tarihçisi olan Sandor Takats, Balkan­larda Osmanlı döneminde Osmanlıların esirlere muamelesi ile Hıristiyanların muamelesini karşılaştırır ve kendilerinin ne ka­dar vahşiyane davrandıklarını, Türklerden nefret ettiklerini ya­zar: “Bizde Türk’e karşı kin ve nefreti en üst tabakalar yayarlar. Türklerle yapılan savaşlar da devamlı bu duyguyu tazelediği için ‘Türk’ten daha zalim bir millet yoktur’ tarzında bir kanaat meydana gelmiştir. Böyle bir kanaate kapılmış olanlar, Türk esirliğinde inleyenlerin ıstıraplarına dair dolaşan her söylentiye kolaylıkla inanıyorlardı. Türk zindanlarında aç-susuz bırakılan Hıristiyanları ise sonsuz ıstırapları üzerine kronoloji kitapları­mızdaki kayıtları okuyunca, insanın bugün bile yüreği sızlar. Türk zindanlarında geçen tüyler ürpertici faciaları duyunca gözyaşlarımızı da tutamayız. Prangaların şakırtılarını, esirlerin canhıraş feryatlarını duyar gibi oluyoruz.

Fakat bu yerleşmiş kanaat ve onun mahsulü olan hayal, ta­rihi gerçeğe hiç uymamaktadır. Geçmişi örten perdeyi şöyle ucundan kaldırıverecek olursak, tarihi gerçek gözümüzün önüne serilir. Bu gerçek ise Türklerin Macar esirlerine dinle­rine uy­gun şekilde insanca muamele ettiklerini şüpheye yer vermeyecek surette ortaya koyar. Padişahları, beylerin, paşala­rın emirleri ile değil esirlere işkence, parmakla bile dokunul­madığını esa­retten kurtulanlar ilân ediyorlardı. Buna rağmen bizimkiler Türk esirlerinin uzuvlarını kesiyor ve çeşitli eziyet­lerde bulunu­yorlardı.”(4)

Türkler aleyhinde özellikle kilise mensuplarının pompala­dığı iftira ve tezvir kampanyası neticesi, yakaladıkları Türkleri kazıklara oturtanlar, çengele takanlar, uzuvlarını budayanlar tarihlere geçmiştir.

 

Balkan Savaşları ve Avrupalılar

Osman Gazi, Ege sahillerini fethedince oğlu Süleyman Paşa’yı oranın idaresi ile görevlendirir. Bir müddet sonra Sü­leyman Paşa 20’şer kişilik sallar yaptırmak suretiyle karşı ya­kaya yani Rumeli sahillerine, Gelibolu kıyılarına çıkarma yapa­rak oraları almaya başlarlar ve Osmanlıların Balkan serüveni böylece başlamış olur,  tarih 1356.

Bu tarihten sonra balkanlar parça parça fethedilir ve Os­manlı Viyana kapılarına dayanır. Aslında biraz yukarıdan bakıl­dığında, Macaristan, Romanya, Eflak fethedilmiş, Lehistan (Polonya) etki altına alınmış, Manş denizine dayanmıştır. İsveç Kralının Ruslarla yaptığı savaşlarda onlara sık sık yardım edil­miş, İsveç Kralı Demirbaş Şarl Ruslara yenildiğinde Osmanlıya sığınmıştır.

Osmanlı Balkanlarda son derece adil bir sistem uygulamış, siyasî hırslı, mevki ve makam heveslisi bazı kişilerin yaptığı küçük çaplı isyanlar bir tarafa bırakılırsa 19. Yüzyıla yani Batı­lıların Balkan milletlerini de ifsad edip aleyhimize kıyam etti­rinceye kadar özellikle halktan ciddi bir tepki görülmemiştir. Zaten görülse uzun müddet Osmanlının Balkanlarda kalması da mümkün olmazdı.

Avrupa’da bir yerlere gelebilmenin, mevki ve makam sa­hibi olabilmenin birinci şartı Müslüman hele hele Türk düşmanı olmaktır.

Dipnotlar:

1- Halil Halid, a. g. e. s. 209.  

2- Luka, X11/47.

3- “Mecmeu’z-Zevâid”, c. 9, s. 21.

4- Sandor Takats, a. g. e. s. 63; Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, Ekim 2007, İst. s.100.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.