Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63827.657$

Eğitimi Anlayışımıza Düşünsel Bir Yaklaşım (2)

04 Haziran 2016, Cumartesi 11:34

 

 

Çevremizde şu tür anlamsız sözleri işitir dururuz: “Koskoca, doktor, mühendis, avukat, hakim ve öğretmen oldun, hala okuyorsun, çalışıyorsun, yoksa sen bu mesleği öğrenmeden mi elde ettin?”

 

 Halbuki özellikle bir kişi işini en güzel biçimde yapabilmek için bilgisini, becerisini artırmak, yeni teknik, taktik ve yöntemler bulmak için özellikle de meslek erbabı olduktan sonra çalışması gerekir.

 

Meslek sahibi olduktan sonra okumayı, öğrenmeyi bırakırsak, günün devingen teknolojisini yakalayamamaktan, değişen toplumsal anlayışları kavrayamamak yüzünden mesleğimizi kaybederiz ya da sorun çözmeyip problem çıkartmaya, üretim yapmayıp salt tüketici olmaya başlarız. İşleri gereği okumak zorunda olan üniversite hocalarının bile çoğunluğu, ‘hakikati öğrenme’ değil, kariyer yapmak amacıyla okuduklarını söylemek durumundayız.

Orta yaşlara geldiğimizde, çocuklarımızı gayrete getirmek için kendi çalışmalarımızı göstererek, “yavrum bak! ben şu yaşıma geldim, hala okuyorum”, diyoruz, aslında biz de kendimizin okumayacak yaşa geldiğimize inanıyoruz, demektir, bu. Oysa okumanın öğrenmenin yaşı yoktur.

 

Dostlardan biri, bir öğretmen grubuna ‘Arkadaşlar niçin okumuyoruz’, deyince; bunlardan biri, “okuyup da ne olacağız, ‘oturduğumuz ahır sekisi/söylediğimiz İstanbul türküsü”, demiş. Yani şu taşra ilinde allame (mütebahhir alim) olsan ne yazar, gene lisede öğretmenlik yapacaksın, demeye getiriyor. Oysa ki, küçümsediğimiz lisenin öğrencilerinin 15/20 yıl sonra bu ülkenin etkili yetkili yerlerine gelip memleketin kaderine hakim olacağını, eğer onları iyi yetiştirirsek ülkeye katkı yapacaklarını, değilse, ülkenin başına nice çoraplar öreceğini bilmemiz gerektiğini ve bundan da bizim sorumlu olacağımızı derin bir metafizik sezişle anlamamız gerekir. 

 

Okuma ve öğrenmeye karşı isteksizliğin nedenleri irdelenmelidir. Her şeyden önce “bizatihi bilgi”nin ne olduğu, zihnimizin ve gölümüzün temel gıdası olduğunun ve aydınlanmış bir kişiliğe sahip olmanın gerekliliğinin farkına varılması gerekir. Sonra ülkemizde, suyu getirenle testiyi kıranın aynı gelir ve itibar grubuna dahil edilmesinin de payı büyüktür.

 

Bir kurumda iş ve hizmet üretenle sorun çıkarıp kuruma zarar verenler aynı kategoride değerlendirilmemelidir. Görev ihmalini cezalandırmamakla insani davranıldığı büyük bir yanılsamadır. Çünkü hakkaniyete uyulmadığı zaman, nice iyi niyetli ve çalışkan/üretken insanın içi yaralanmış, gönlü burkulmuş oluyor. Dolayısıyla ‘doğruluk, dürüstlük, kibarlık, nezaket, saygı, sevgi ya da çalışkanlık, nitelik, ehliyet, beş para etmiyor arkadaş, bu ülkede hakkını alabilmek için, arsız, yüzsüz, ve şovmen olacaksın’ anlayışı yaygınlaşıyor. ‘Haklılık”ın caydırıcı gücü kullanılmadığında ‘salt güç’, ‘hak’ haline geliyor. 

 

Talim ve terbiye’nin, günümüzde öğretim kavramının içinde soğurulması nedeniyle artık ruh eğitiminden, hatta eğitim işinden bile kendimizi sıyırmış durumdayız. İnsanı yalnızca doğabilim ve biyolojik tıbbi model ile belirlemeye çalışmamızın sonucu olarak onu bütünsel değil de atomcu fizyolojik yapısı itibariyle ele aldığımız için parçalı ve eksik bilgilerle kavramaya çalışıyoruz. Bu parçalı ve eksik verilerden hareketle de insanın kuşatıcı bir neliği (mahiyet) ni ortaya koyamıyoruz. İnsanı yalnızca görünen (fenomen) yanıyla bilmek değil bunun yanında görünmeyen (noumen) yanıyla da tanımak ve anlamak durumundayız.

 

Bedenin ahengi, iş, aktivite ve sporla, dimağın ahengi okuma/öğrenme ve düşünme ile, gönlün ahengi/sukuneti de aşkın ve metafizik evrenle irtibat kurup zaman zaman fizikselliğimizi aşmakla gerçekleşir. Sorunun, temellere inilerek çözmekte yarar vardır. Bedeni, zihin ve gönül dünyamızı nelerin beslediği, bunların hangi gıdalara gereksinim duyduğunu önemsemek durumundayız.  

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.