Konya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.39
  • EURO
    34.73
  • ALTIN
    2398.0
  • BIST
    10207.61
  • BTC
    59200.5$

DİĞERLERİNİN FELAKETİNİ DÜŞÜNMEK

29 Aralık 2022, Perşembe 00:02

“Sanki ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz bu hayatı, sanki ölüm sadece başkalarının başına gelir ve bize de uzun zaman uğramayacağı kesindir,” diye düşünüyoruz. O yüzden de üzerinde düşünmeye, insanın kendi farkındalığını kazanmaya ve hayatın amacını sorgulamaya zahmet bile etmiyor, niçin yaşadığımızı bilmeden yaşamaya çalışıyor. Başlangıcımızı her yıl kutluyoruz ama sonumuzu görmezden geliyoruz. Bu sonu görmezden geldiğimizden, bizler için ölüm, soyut bir kavram olarak kalıyor. Sanki hiç kimse ne kendinin ne de hayatın ne ifade ettiğini bilmeden yaşıyor.

Hayatın ve yaşamanın ne ifade ettiğinin farkına varmayan ve bilmeyen insanlar, sanki uyurgezer gibi yaşıyorlar hayatlarını. Öyle ki, önemsiz ve kendilerine hiçbir faydası olmayacak şeyleri kafaya takıyorlar. Kendilerine bir öncelik koymuşlar. Öncelikle şöhret ve para istiyorlar, diğerlerini kıskanıp hiçbir önemi olmayan şeyler için yarışa girip büyük mesafeler kat ediyorlar, daha doğrusu kat ettiklerini zannediyorlar. Farkındalıklarını kazanamadıkları ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçtıkları için anlamsız bir yarış ve anlamsız bir hayat sürüyorlar. Yiyorlar, içiyorlar, uyuyor ve kendilerini meşgul edecek gereksiz problemler icat ediyorlar, hayatlarını da o gereksiz şeylerin telafisiyle harcıyorlar. Asıl olanı unutup geçici olana takılıyorlar. Oysa ölüm, hep yanımızda, aldığımız nefeste, attığımız adımda ve hemen köşede bizi bekliyor. Bir gün iyisin, yaşam yolunda yarı uykulu yürüyorsun ve doktor gelip öleceğini söylüyor. İşte o anda kâbus aniden tahammül edilemez hale geliyor ve böylece uyanıyor, gerçekle yüzleşiyorsun. Belki de doktoru görmeden her hangi bir fani sana söylemeden hayatın bitiyor.

Unuttuğumuz bir gerçekte, insanın, her sabah son anlarını yaşayabilmek için yarı ölüm olan uykudan uyanması. İnsan, hayatın, lavabodan veya bir nehirden akıp giden su gibi olduğunu görmek için uyanır ama yine de farkına varmaz. O akan suyun bir toprakla buluşmasında yok olduğunun farkına varmaz.

Ne gariptir ki, insan, kimi zaman başına gelen ufak şeyler yüzünden, çok öfkeleniyor ve “neden ben,” diye düşünüyor. Kendini seçilmiş zannederek herşeyin iyi olanının kendine bahşedilmesini isteyip, diğer insanlar önemsizmişçesine, “hiçbir şey yapmadan vakitlerini israf eden onca insan varken, neden bu benim başıma geldi” diye kendilerini ayrıcalıklı görüp, küçümserler. Yani o kötülüklerin kendilerinden alınıp başkalarına verilmesini istermiş gibi. Oysa “diğerlerinin felaketini düşünmek, hayırlı bir şey değildir”

Belli bir saatten sonra zaman çok kıymetliymiş gibi geliyor insana. Ama insan, kendini ayrıcalıklı görüp başkalarını küçümsemeden önce, “ipleri ele alıp, bunun keyfini çıkarmalıyım” diye düşünmesi, olduğunca kötümserlikten uzaklaşıp hayatın gerçeklerinin farkına varması, herşeyin bir gün yok olacağını, öyle ya da böyle, bir gün kendisinin de bu sona maruz kalacağını bilmesi ve önceliklerini gözden geçirip neyin önemsiz olup neyin olmadığına karar vererek kendiyle, acılarıyla ve dünyayla barışması gerekir.”

Farkında olmadan öyle saçma düşüncelerle hayatı yaşamaya çalışıyoruz ki, insan yaşadığı hayatı sanki “bu benim kitabım, benim ayakkabım, benim kalemim” der gibi hoyratça yaşıyor. Bize ait olan, bizim sahip olduğumuz bir şeydir. Eğer bu vücudun bizim olduğunu söylüyorsak, o zaman aynı zamanda bu vücudumuzun bizim olmadığını da söylüyor oluyoruz. Tamam, vücut bize ait ama o emaneten sahip olduğumuzdur. Sahip olduğumuzu zannettiğimiz her şey gibi. Öyleyse biz neyiz? Biz, inancımız, düşüncelerimiz ve duygularımızdan ibaretiz.

İnsan; bir bilinç ve ruhtan ibarettir. O zaman şöyle düşünmek lazım: insanın bilineni, yani gerçek “ben” olan şey, bizim ruhumuzdur. Gerisi sahip olmaya çalıştığımız kocaman bir hiçtir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.