Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    62798.224$

ÇANAKKALE  ZAFERİ

18 Mart 2024, Pazartesi 00:01

19.Tümen Komutanı Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal:

“Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelecek.”

18 Mart.

 Çanakkale Zaferinin, 109. Yıl Dönümü.

Çanakkale Zaferi , Türk’ün savaşarak kazandığı zaferlerin en önemlisi.

Çanakkale Zaferi, Asım’ın neslinin zaferi.

Çanakkale Zaferi  bağımsızlık ve özgürlüğün zaferi.

Çanakkale Zaferi, Kurtuluş Savaşının kazanılacağını müjdeleyen zafer.

Mehmet Akif Ersoy “Çanakkale Şehitleri” şiirinde, savaşın şiddetini anlatırken savaşan askerleri “Bedr’in aslanlarına” benzetir.  Esasen aralarında sebep-sonuç itibarıyla fark gördüğünü de pek sanmıyoruz.

Akif savaşan askerlere duyduğu minneti de şu sözlerle dile getirir: “Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana. Yine bir şey yapabildim diyemem aziz hatırana.”

“Çanakkale Şehitleri” şiirinin, insanı dehşete düşüren şok mısralarından birisinde de Ka’beyi şehitlere mezar taşı yapar ve şöyle der:” Bu taşındır diyerek Ka’beyi diksem başına.”

Bugün 18 Mart ve Çanakkale Zaferi’nin, 109.. Yıl Dönümü.

Çanakkale Zaferinin hangi zor şartlar altında cereyan ettiğini  ve önemini anlamak için hiç değilse, Mehmet Akif Ersoy’un aşağıdaki “Çanakkale Şehitleri”  şiirini okumak lazım.

 

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, 
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!” 
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. 
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, 
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada! 
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... 
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ! 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl, 
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz. 
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam ; 
Atılan her Iağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer... 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. 
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller 
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, 
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre . 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! 
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman? 
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer ; 
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi; 
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi. 
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor; 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i... 
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi... 
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. 
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına; 
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... 
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, 
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Yorumlar

  • yorum avatar
    Ahmet Polat
    19-03-2024 11:38

    Teşekkürler Türk çocuğu. Yüreğine sağlık.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.