Konya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.38
  • EURO
    34.7
  • ALTIN
    2394.6
  • BIST
    10148.06
  • BTC
    58849.71$

Büyük Düşünce Adamı I

10 Kasım 2023, Cuma 00:01

 

Osmanlının son dönem aydınlarının söylemleri farklı olmasına karşın hedefleri aynıydı. Bunların düşüncelerinden yeni bir Cumhuriyet doğdu. Toprakları bakımsız viraneye, insanları canlı cenazeye dönmüş savaş yorgunu bir imparatorluk bakiyesi, tarihin derinliğinden gelen satvetiyle misak-ı milliyi çizdi, ancak o dönemin olumsuz şartları içinde bizimle gönül ve fikir birliği eden bir kısım insanımız bu sınırların dışında kaldı. Fiziksel vatan biçimlendi ama imparatorluktan ulus devlet yapısına geçiş sürecinin yaşattığı sıkıntılar yüzünden, metafizik vatanı –duygu, düşünce, gönül, anlayış, kavrayış ve gaye birliğini- oluşturma işi daha zaman alacağa benziyor.
Cumhuriyet döneminde ümmet toplumundan ulus-devlet anlayışına evrilmenin doğal bir sonucu olarak yerli insanî metafiziğimizi yeniden oluşturma evresinde -yaşanan saltanatçı-cumhuriyetçi, dindar -sekuler, gerici-ilerici doğulu/batılı ayrışmaları- derin düşünceli ufuk sahibi düşünür değil de slogan ve heyecan adamlığını öne geçirdi. Yeni kurulan ülkenin değerlerini ortaklaşa işlemek yerine, yerli kültürün tarihî birikimini küçümseyip tüketmekle meşgul olduk. Kadîm milli devlet geleneğimizi Cumhuriyet ideolojisiyle uzlaştıramadık. 100 yıl önce cephelerde omuz omuza çarpışan kahramanların ve şehitlerin torunlarını bir dönem birbirinin adeta hasmı hâline getirdik. Özellikle 1965-1980 arasında zenginliğimiz olan düşünce farklılıklarından yapay rakipler ve düşmanlar çıkarttık, yazar-çizerlerin de kısır siyasal didişmelere katılmaları insanımızın umutlarını ve enerjisini boşa çıkarttı.  
Geçirdiğimiz yıllar içinde, gelenekçi yanımızla geleceğimizi oluşturacak kültürel gereksinimlerimize yeni çözümler üretemedik. Aydınlanmasını geciktirdiğimiz halka, Cumhuriyet devrimlerini özümsetme değil de dayatma yöntemiyle yapmaya kalkışılınca, yani yumurta, içerden ihtiyaca binaen değil de dışardan kırılınca toplumun aydınlatılma sürecini geciktirdik. Gelenek ile modernizmi birbirine eklemleyemedik. Tarihi birikimimizin farkına varamadık.
Değişimci yanımızla da yeni düşünce ve değerler üretemedik. Bu nedenle, müsademeyi düşüncelerle değil yumruklarla, silahlarla yaptık, hakikat şimşeği yerine kan ve kin ürettik, sevgisizlik ve nefret tohumları saçıp, kardeşi kardeşe düşman ettik. ‘Düşman’ ve ‘hain’ olarak kendi insanımızı seçtik. Merkebini dövemeyenin semerini dövmesi örneği, iki güçlü bloka karşı hakkaniyet blokunun tasarımlarını düşüneceğimize belli bir dönemde bu blokların namı hesabına koruma görevlisi olduk.  Sonuçta üretmeden işsizlik, yoksulluk, bilinçsizlik ve kültürsüzlüğü, birbirimize tahammülsüzlüğü, hoyratça tüketmeyi kucağımızda bulduk. Böylelikle, 70-80 yıl maddî ve manevî yönden zengin bir coğrafyada her yönden yoksul yaşadık.
Büyük düşünce adamının; ayıran, bölen ve dağıtan değil, birleştiren, kaynaştıran ve büyüten adam olması ölçüt olarak alındığında klasiğimiz haline gelen ayrışmacı (İlerici-gerici, sağcı-solcu, sünni-alevi, evrenselci-etnik ulusçu ve laik-dinci) sınıflandırmalar mikro ölçekli düşünce üreten düşünürler, ancak kendi politik çerçeveler yanında bir saygınlık elde etmelerine karşın, ülkenin bütünlüğü ve birliğini temele alan bir düşünceyi benimseyen kesimler yanında beklenilen saygıyı görmeleri düşünülemez.
Bu ülkede yüzyıllardır kendilerini tanımladıkları biçimde birlikte yaşayan toplumsal grupların ortak çıkarı, ancak birlik halde, ortak ses ve tutumla gerçekleşebileceği gerçeği üzerindeki ortak milli bilinçte aranabilir. Bunun için de ulusun ve yurdun ana bünyesi ve temel dünya görüşünü belirleyen bir duyarlılığa her toplumsal grup tarafından asgari özen gösterilmelidir. Tarihte oldukça saygın bir uygarlığın sahibi ve imparatorluk kurmuş bir ulusun üyeleri olarak tüm güç ve enerjimizi birbirimizi yıpratma ve bitirme gözü karalığı göstermek, geleceğimizi karartmak anlamına gelir. Sağduyulu kimseler, ezme, üzme ve yok etme temeli üzerinde siyaset yapanlara değil, koruyup gözetmek ve imar etmek üzerine yola çıkanlara eğilim gösterirler. Fethi Gemuhluoğlu’nun deyimiyle insanımız ‘büyük rüya görmelidir.’ Bu nedenle biz bu ülkenin düşünürleri, yazarları, şairleri ve ozanları olarak mikro labirentlerden çıkmak, etnik yerellikler ve öğretisel (mezhep) bağnazlıklardan kurtulmayı hedeflemeliyiz. Beyinler ve gönüller birlik ve beraberliğin, kaynaşma ve birleşmenin nasıl olması gerektiği üzerinde odaklanıp işlevsel hâle getirilmelidir.  Büyük düşünce adamları; toplumu klasik sağ-sol diye sınıflara ayıran, öğreti (mezhep) sel ayrışmalara düşürenler değil, kendi ülkemizin alt-yapı sorunlarını çözdükten, bayındırlık ve kalkınmışlığını gerçekleştirdikten sonra ilk aşamada hinterlandımız olan Ortadoğu-Kafkaslar-Orta-Asya ve Balkanları, son aşamada ise dünyaya derin insanî metafiziğimizi sunabilmeyi hedefleyenlerdir. Hiçbir toplumun, hiçbir ulusun ve hiçbir coğrafyanın düşmanı olmayıp, hiçbir ırkı ve insanı düşük saymayıp, hizmete ve saygıya layık insanlar olduğunu bilmeliyiz.
 
 
Büyük Düşünce Adamı II
 
Doğayı ve insan emeğini tüketmek için değil, katkı yapan tipler olmalıyız. Bizim düşmanlığımız, insanlara, toplumlara ve uluslara değil, salt ‘yanlışlık’, ‘kötülük’ ve ‘çirkinlik’e olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için uygulanması gereken yöntem; ‘düşüncede rakip, eylemde refik (dost) olmak’tır. Düşünceleri çarpıştıramayanlar, yani beynin ve aklın gücünden yararlanmayanların yumrukları ve silahları çarpıştırıp kendilerini tahrip etmeleri kaçınılmaz bir son olur. 
Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun kendi ulusunun insanlarını öldürülmesi gereken hasımlar olarak gösteren, dış güdümlü şiddet ve terörle yurdun düşmanlardan (O dönemin hain, düşman, Amerikan/Rus uşağı denilen kişiler ya kardeşimiz ya amcazademiz, ya kuzenimiz ya da yeğenimiz olan kendi insanlarımızdı) kurtarılması gerektiğine inandırılan gençleri bir defasında uyarma gereği duymuştur. Onun, sohbetinde her kesimden ve yaş grubundan ziyaretçisinin olduğu anlatılır. İleri görüş sahibi bir büyük olarak bir gün kendisini ziyarete gelen gençlerle aralarında şöyle bir diyalog geçer: –Vatanın kurtarılması için neler tavsiye edebileceklerini soran- bir grup üniversiteli gence, hiç âşık olup olmadıklarını sormuş. Onlar da büyük bir ciddiyet içinde; –Hocam vatan toprakları bu denli tehlike altındayken, biz nasıl olur da aşka, meşke zaman ayırabiliriz, diye itiraz ederek sorunun kendilerince anlamsızlığını vurgulamaya çalışmışlar. O da evladım, “vatanın güzel insanlarını sevmeyen kuru toprağını hiç sevemez,” diyerek onların gittikleri yolun yurtseverlikle örtüşmeyeceğini hissettirmek istemiştir. 
Düşünce üretemeyen toplumların düşmanlık üretmeleri kaçınılmaz bir durumdur. Düşünce üretemediğimizden sorun çözme yetimizi yitirip en kötüsü aynı ulusun bireyleri olarak birbirimize güvenimizi kaybederiz. Bu yüzden sevgisizlik ve nefret tohumları saçıp, aynı ulusun çocuklarını birbirine hasım ederiz. Artık sorunların dışarıdan ithal edilen ideolojilerle değil bilgiyle, bilinçle ve düşünceyle yerli ve insanî bir metafizikle çözülebileceğini, anlamalıyız. Bunca acı deneyimlerden sonra biz artık, düşüncede rakip eylemde refik (dost, yoldaş) olmayı öğreneceğiz. Düşüncede yarışma, eylemde dayanışmayı gerçekleştireceğiz. Erdemlerin insanımızdan uzaklaşmasını önlemek için de salt (pozitif) bilgiyle bilgeliği (hikmet) buluşturup kaynaştıracağız. Çünkü salt bilgi (pozitif aydınlanma) tek başına erdemi kazandırmıyor. Çünkü ülkeye büyük ölçekte zarar verenler, bilgisiz değil de bilgelik duygusundan yoksun öğrenimli kişilerden çıkıyor.   
Kendi ulusumuzun bireylerinden bazılarını kendimize rakip ve hasım görmenin ufuk sahibi bir düşünür için oldukça yaralayıcı bir durumdur. Bu bağlamda örnek olması bakımından şu anekdotu paylaşmak isterim. Fethi Gemuhluoğlu ile N. Fazıl’la Milliyetçiler Derneğinde karşılaşırlar. N. Fazıl, Gemuhluoğlu’na, kendisine alâka göstermediğini öne sürerek sitem eder.  O zaman Fethi Bey, N. Fazıl’a dönerek, üstat sizin hepimiz üzerinde hakkınız var, bizi fikren siz emzirdiniz. Hele ben… çocukken tavan arasında sizin ‘Bir Adam Yaratmak’ isimli tiyatronuzu tek başıma oynamıştım da günlerce rahmetli anacığım, ‘Çağam çıldırdı galiba’ diye telaşa kapılmıştı. Ama üstat bir husus var. Siz -bu ülkenin ruh köküne hasım düşünceleri- yıkmaya memurdunuz. Yıktınız da. Amma yapmak, yapmaya memur olmak başka bir şey, benim tarzım yıkmak değil, yapmak. Bunu tasavvuf neşvesi olmayanlar anlamaz amma siz bunu çok iyi bilirsiniz, der. (Ergun Göze)
Gemuhluoğlu’nun kendisini, bu itmek, ayırmak, yıkmak, değil de yapmak, tutmak ve birleştirmek odaklı düşünceye memur görmesi, kendi temel düşüncesinin en uzaklarında bulunan kişileri bile kuşatıcı sevgi halesine yaklaştırabilmiştir. Ergun Göze) “Onun oğul arısı gibi etrafını dolduran insanlar arasında geleneksel düşünceye en aykırı tipleri de görmek mümkün olmuştur, ” der. Gemuhluoğlu’nun tarzı bizim toplumumuzda göz ardı edilen önemli bir tutumalıştır. Mehmet Akif de, ‘Yıkmak, yapmak kadar hiç sürur mu verir/Onu en sunta adamlar bile becerir, derken bu gerçeğe parmak basarak diyordu ki; iki vasıfsız amelenin eline iki kazma verip Süleymaniye Camii’nin kubbesini yıkın diye emir verilse, akşama kadar kubbeyi yere indirirler ama bu kubbeyi o sütunların üzerine oturtmak için bir Kanuni Sultan Süleyman dönemi bir de Mimar Sinan gerekir.
Hiç olmazsa bunca acı deneyimlerden sonra hep birlikte bu ülkenin gelişmesine, kalkınmasına ve dünya uluslar topluluğu içinde tarihteki saygın yerini alması için M. Rahmi Balaban’ın benzetişiyle, ‘güneşin, nasıl olsa akşam batacağını bildiği için dünyayı aydınlatmak ve ısıtmak için nar gibi kızarışı’ gibi biz de sağlıklı ve ayakta kaldığımız sürece enerjimizin tümünü ülkemizin kalkınması ve insanımızın donanımlı hâle gelmesi için harcamak durumundayız. İnsanca bir dünyanın ancak estetik zevk terbiyesi almış, sanat duyarlılıkları saflaşmış, benliğini toplumsal kişiliğinde eritmiş sanatçı bir ruhun beslediği emekle kurulacağı kanısındayım.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.