Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63976.378$

Avrupalıların Kitap Hırsızlıkları (3)

08 Kasım 2017, Çarşamba 06:25

Balkan Savaşı yıllarında (1912) Koskoca Osmanlı Devletinin Dışişleri Bakanı Gabriel Noradunkyan isimli bir Ermenidir, Maliye Bakanı da Cavit Bey isimli bir Yahûdi dönmesidir. Bu Cavit Bey bazı anlaşmalar yapmak üzere Londra’ya gider, giderken İttihat ve Terakki Hükümetinden, tahttan uzaklaştırılan Sultan Abdülhamid’in şahsı üzerine kayıtlı Irak ve Mısır Pet­rollerinin vekâletini (alma-satma yetkisini) alır gider.(1)

 Balkan Savaşı çı­kınca Cavit Bey’de bu yetkileri yine Ermeni Klaust Sarkis Gülbenkyan isimli yanında götürdüğü kişiye devreder ve memlekete döner. Bu zat da bazı his­seleri kendi üzerine geçirir, bazı şirketler kurar ve çok zengin birisi olur ve İngiliz vatandaşlığına geçer.

Dönüşünde kazandığı büyük paralarla Osmanlı Diyârından çok kıymetli kitap ve sanat eserleri toplamış, bu eserler evlere sığmaz olunca, devrin baş­bakanı İsmet İnönü’ye çıkıp: “izin verin Saraçhanede bir kitap müzesi kura­yım” der.

 İnönü bu teklife şöyle cevap verir: “Eğer bu kitapları müzelere koyacak olsa idik harf inkılâbını yapmazdık.”  Bunun üzerine Gülbankyan fırsatı değerlendirip kitapları yurt dışına çıkarmak için izin koparır ve Portekiz Devlet Başkanı Salazar tarafından davet edilip yardım görünce on binlerce kitabı ve asar-ı atikayı Portekiz’in başkenti Lizbon’a götürür.(2)

1970’li yıllarda bizim sahip çıkmayıp kaçırılmasına göz yumduğumuz eserlerden 1501 yılına âit bir kitap selden ve rutubetten zarar görmüş, Lizbon Hükümeti tamiratını yaptırmak üzere Türkiyeden eleman istemiş, Rikkat Kunt Hanimefendi (1903-1986) birkaç ay çalışarak tamir etmeye çalışmış, fakat iklimine alışamayıp rahatsızlanınca, eser büyük bir dikkat ve incelikle Tür­kiye’ye gönderilmiş, bu sanatkâr hanım tamiratını yapıp tekrar Portekiz’e gönderilmiştir.(3)

Yani bizim dışarı attığımız binlerce pırlanta değerindeki eserlerden birine bile Avrupalı nasıl kıymet ve önem veriyor. Yani Avrupa boşuna Avrupa olmuyor demek ki.

Kendi târih ve ecdadına bu kadar düşmanca davranan bu insanlar, baş­kalarına nasıl davranmışlar? Buna da bir misal verelim:

Rus ilim adamların­dan Prof. Katanov’un karısı kitap ve kütüphâne düşmanı imiş ve kocası ile öyle bir raddeye gelmiş ki, “ya ben ya kütüphânen” demiş ve Katanov kütüphânesini satmaya kalkmış, bunu duyan Zeki Velidi Togan bu kütüphânenin satın alınıp İstanbul’a getirilmesi için Yusuf Akçura Bey’e tavsiyede bulun­muş, o da Evkaf Nâzırlığına söylemiş ve kütüphâne alınıp İstanbul’a getiril­miş.

 Kendi eserlerine sahip çıkmayıp Bulgaristan’a hurda kâğıt fiyatına ton­larcasını satan veya Gülbankyan ve benzerlerinin kaçırmasına çanak tutan, aslını inkâr eden, ecdâd ve târih düşmanı zihniyet, Rus ilim adamının kitapla­rını alıp İstanbul’a getirmiş ne ibret.(4)

 Konya asıllı, sahhaf ve aynı zamanda Halveti şeyhi olan Hacı Muzaffer Ozak şöyle sitem ve temennide bulunur: “Sahaflara gelen yabancılar genel­likle bulduklarını alır­lar. Daha çok bir hediye olsun diye alır giderler. Ama bir de müsteşrikler var ki, onlar ne alacaklarını iyi bilirler. Yığın yığın kitap onların eliyle, dışarıya taşınmıştır. Zaten bir de­virde bizim eserler yağma edildi. Bunun sebebi de Harf İnkılâbı’nın bazı memurlarca yanlış anlaşılma­sıdır. Bu me­murlar evlerde ne kadar kitap varsa, kuyulara doldurtuyor­lardı. Öyle bir hal olmuştu ki, bir adamın evinde kitap sakla­ması, kobra yılanı sak­lamasından daha beterdi. Herkes kitaplarını korkusundan def etmeye çalışı­yordu. Ben asker­deyken bir olaya şahit oldum. Çankırı Mevlevîhânesinin bütün kitapları korkudan toprağa gömülmüştü. Bana göster­diler, onca kitabın içinden çürümemiş tek kitap bulabildim. O da bir Nesimî divanı idi. Çoğu ev halkı dayak korkusundan kitaplarını kuyulara dökmek zorunda kalmışlardı. Keşke bütün bu kitapları Avru­palılar dışarıya taşısalardı. Çünkü böyle ol­saydı eserlerimiz yine de insanlığın hizmetinde olacaktı...”(5) 

Merhum Necip Fâzıl da gençliğimizin bu hâle gelmesini şu kısacık beytiyle ne güzel dile getirmiş:

“Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil

Barajlar dolusu şarap, sebil üstüne sebil...”

Dipnotlar:

1- Münevver Ayaşlı, “Rumeli ve Muhteşem İstanbul”, Timaş Yay. İst. 2008, s. 105.

2- S. Talha Sağlam, Kırkanbar, Târih ve Düşünce Dergisi, Haziran 2003, sayı 40, s, 32.

3- M. Uğur Derman, “Ömrümün Bereketi”, Kubbealtı Yay. İst. 2013, s. 413.

4- Zeki Velidi Togan, “Hatıralar”, TDV Yay. Ank. 1999, s. 102.

5- İbrahim Refik, Sahaflar, Târih ve Medeniyet Dergisi, yıl 1996, Sayı 27, s. 40.  

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.