Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.9
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63025.689$

Afşin Eshab-ı Kehf Camii ve Külliyesi Üzerine

26 Kasım 2016, Cumartesi 11:29

Yeşil Afşin Gazetesinde Afşin Eshab-ı Kehf Camii ve Külliyesi’nin video çekimini izleyince gayrı ihtiyari ülkemizde asırlar sonra yeniden ilim, irfan, sanat ve düşünce ufuklarının doğacağı heyecanıyla bu satırları yazdığım için makuliyet sınırlarını aşmış olabilirim. İlçem olan Kahramanmaraş Afşin’deki Eshab-ı Kehf Camii ve Külliyesi’nin son şekli maket olarak bile göz doldurmaya yetiyor. Caminin Selçuklu tarzı giriş portali tarihimizdeki görkemi anımsatmakta, girişinin her iki tarafında birer adet kapalı kemer, birer adet de son cemaat bölümüne çıkılan açık kemer ve ortada portalli girişi ve yedi basamaklı üç merdiveni eserin estetik yönünü öne çıkarmakta ve seyredenlerin hayranlık duygularını tetiklemektedir. Yıllar, belki asırlar sonrasında asar-ı atika olarak ayakta kalacağını ümit ettiğim bu eserin tasarımı, resmi onayı, inşaatında ismi ve imzası olanlara ve maddi destekte bulunan hamiyetperver hemşerilerime en içten şükranlarımı sunarak say ve gayretlerinin, hayır ve hasenatlarının kendilerini bu dünyada aziz, dar-ı bekada da ruhlarını mesrur etmesini Yüce Rabbimden dilerim.

Ziya Paşa, ünlü beytinde: 

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm/Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm, diyor. En az iki asır devam eden yıkım döneminden, milletimiz adına üzüntü, medeniyetimiz adına yeis aşılayan bu meşum durumdan kurtulmak, bizleri kahreden bu eziklik duygusundan kurtulmak 21 asrın ilk çeyreğinde nasip olacak inşallah. Tarihimize İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un nazarından bakıyoruz, onun;

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz/Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz beytiyle başımız adeta göğe yükselirken yine onun:

Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!; Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;

Şenâ’atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!  dörtlüğü ile utancımızdan başımızı sokacak koğuk aramışız.

Yaşlılarımıza saygıda kusur etmeyelim. Ecel genç yaşta gelip almazsa, biz de yaşlanacağız bir gün. Çocuklarımız ve torunlarımızdan saygı bekliyorsak ebeveynlerimize hürmeti görev bilmeliyiz.  Büyüklerimize saygının yanında onları konuşturarak bilgi, görgü ve tecrübe dünyalarını yazıya dökmeliyiz ki toplumun mevcut kültürü genç ve gelecek kuşaklara aktarılarak korunsun, yeni ürettiklerimizle de zenginleşsin. Aksi takdirde yabancı kültür istilasından yakınmalar bir fayda vermeyecektir.

Aklımıza yaşlılar hakkında şöyle bir soru gelebilir. Bizim büyüklerimiz, yokluktan, sefaletten, topraktan, hayvandan başka neyi gördü ki onların birikimlerine başvuralım, zaman kaybı değil mi, günümüzün bilişim ve bilgi çağından elektronik cihazlarından ne anlarlar ki? Yalnız göz ardı ettiğimiz bir gerçek vardır: Evet yaşlılarımız devletimizin uzun süren savaşları nedeniyle maddi yokluğun ve sefaletin dibini yaşadılar ama bizim gibi kültürel yoksunluğu ve kısırlığı, yani yabancılara kültürel bağımlılığı yaşamadılar. Mektep medrese yüzü görmeyen atalarımız bile insaniyetçi, toplumcu ve tabiatla uyum içinde yaşayabilen bir medeniyet algısı içinde yaşadılar. İyi hatırlarım, 2007 yılında Afşin’de yaptığım tarih ve kültür araştırmaları sırasında Altunelmalı Hanım Ayşe denilen bir teyzeyle görüşmem esnasında, “nasılsın teyze” deyince “aman nasıl oluyum, bize artık arı etek, helal yutak, temiz ölüm, lazım dedi. Ben sözünü tekrarlatarak kaydıma aldım. Okuma yazma bilmeyen 1916 doğumlu bu teyze medeniyetimizin dünya görüşünün temel ilkelerini bir çırpıda söyleyiverdi. Arı etek ne demek teyze dedim. İnsan kısmı eteğine temiz olacak namuslu, iffetli olacak, dedi. Temiz ölüm nedir, deyince, Allah kapıları bekletmesin, emanetini kimseye yük olmadan alsın, diyerek malum insanın “ömrü erzel” rezil ömür denilen evresini kastetti. Zengin fakir olmuş kırk yıl evinden nezahet eksilmemiş, fakir zengin olmuş kırk yıl evinden koku gitmemiş, derler.  

Anadolu insanı, makus talihinden kurtulacak, tarihteki o satvetli dönemlerini yaşayacak inşallah. Yalnız bu bizim azmimize, gayretimize, zekamıza ve bilincimizin ışığına, dirlik ve birliğimize bağlıdır.  Namık Kemâl’in;

Sana senden gelir bir işte dâd (yardım) lazımsa/Ümidini kes zaferden gayrdan imdat lazımsa, beyitini iyi özümsemek gerekir. Fiili duayı bırakıp kavli dua ile rabbimizin bize yüklediği görevleri, biz aciziz diye O’na havale ederek, “Yarabbi damımı lovla!, Yarabbi bostanımı sula!” diye densizlik etmeyelim. Vaktimizi değerlendirelim. “Sen zamanı kat etmezsen zaman seni katleder uyarısına kulak kabartalım”, derim. 

Geçende arkadaş ortamında bir fıkra anlatıldı. Bizim hacılar, Medine’de Ravzay-ı Mutahhara’da caminin içinde dinlenmek için uzanmışlar. Suudi polis gelip Türk müsünüz, demiş. Onlar da evet deyince uyumayın yasak, demiş. Bizimkiler, diğer yatanları gösterip onlar niye uyuyor, demişler. Suudi Polis, onlara yasak değil Türklere uyumak yasak, çünkü siz ne zaman uyusanız Müslüman dünyanın başı beladan kurtulmuyor, demiş. Fıkranın biraz milli gururumuzu okşayan yanı olsa da realite bunu doğrulamıyor değil. İki asırdır tarih sahnesinde etkin olamadığımız için dünya zalimlerin insafına kaldı. Namık Kemâl, Hürriyet Kasidesinin son beyitinde; Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahralar/Uyan ey yâreli şîr-î jeyan bu hab-ı gafletten … diyor. Suriye’deki iç savaş, nadir sayıda da olsa insaflılarını tenzih edersek, batılılar gündemlerinden düşürmedikleri hümanizm, rönesans, aydınlanma, demokrasi, insan hakları kriterlerini -cahiliye Araplarının helvadan yaptıkları putları acıkınca yedikleri gibi-  kendi uygarlıklarının temel ilkelerini çiğnediler, galiba tarihteki sırtlanlıkları günümüz dünyasında yeniden dışa vuruyor. 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.