Konya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    34.68
  • ALTIN
    2409.4
  • BIST
    10045.74
  • BTC
    57402.57$

Acılar, İnsanları ya Savurur ya da Olgunlaştırır

18 Nisan 2023, Salı 00:04

Ülkemiz 6. Şubat 2023’te dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir deprem felaketini yaşadı. Resmi rakamlarla 50 bin küsur insanımızı kaybettiğimiz 100 bin insanımızın yaralanıp sakatlandığı belirtildi. Milyonlarca insanımızda belki de kalıcı ruhsal hasarlar bırakabilecek travmalar yaşadı. Çoğu insanımızda yüksek bina, kapalı mekân, karanlık, merdiven çıkma-inme ve asansör fobileri oluştu. İnsanımıza iyimserlik duygularının yerini kötümserlik duyguları yerleşti. Konut edinmek isteyenlerin tatlı rüyası, gökdelenlerde yaşayıp şehri, denizi ovayı ayaklarının altında seyredebilme tutkularının yerini bilmem kaç katlı gökdelenin kitap yaprakları gibi birbiri üzerine katlanan lüks dairelerinin enkazının altında parçalanma ya da yaralı olarak soğukta, karda kışta yağmurda ve dondurucu rüzgâr soğuğunda aç susuz kurtarılmayı bekleme ürpertisi aldı. Bu depremi yaşayıp adeta hayatları kendilerine yeniden bahşedilen kaç depremzede gökdelenlerden daire alabilir ya da kiralayabilir?

Milletçe büyük ve korkutucu bir deprem felaketi yaşadık. İnşallah yeterince kırıldığı ve asırlardır biriken enerjisini salıverdiği belirtilen deprem fay hattı aktif hale geçmez ve bölgede yakın bir gelecekte yeniden bir felaket görmeyiz.

İnsanın anlamının şifresi zor zamanlarda açığa çıkıyor. Kur’ani deyimle, “alayı illiyn” (yücelerin yücesi erdemli insan ile) ler ile “esfeli safiliyn” (aşağılıkların aşağılığı zelil mahluk) ler kendilerini ifşa ediyorlar. Kiralık “evini evim yuvan olsun” diyerek depremzedelere tahsis eden asil, necip, sahavetli, gani gönüllü, hamiyetli yurttaşlar ile  yardım tırlarını gasp ile çevirip ardiyesine doldurmaya çalışan, depremzedeleri dolandırarak onların trajedilerden rant sağlamaya çalışan insan kılıklı mahlukları görmüş olduk.

Toplumsal hayat öyle bir olgudur ki, insan en acı, en korkutucu ve en şiddetli felaketi de yaşasa atlatıp sağ kaldığı andan itibaren kendini geçmişe kilitleyip o anının zindanına hapsedemez. Yapamam, dayanamam, kaldıramam, katlanamam dediğimiz nice felaketlere ve trajedik olay ve durumlara katlanıyoruz. Yüce yaratıcı bize bu sabrı, direnci, metaneti vermiş. Her şeye rağmen geçmişten ibret alarak şimdiye ve geleceğe bakarak yaşadığımız travmalara arkamızda bırakırız. Çünkü sosyal alanlar hareketli alanlardır ve hareketli alanlarda mevcudu korumak bile -ileriye bakmadıkça, geleceği hesap etmedikçe- geriye düşmek anlamına gelir.    

Yaşadığımız travmanın etkisiyle “bu felaket benim başıma neden geldi” diye ağaçkakan gibi beynimizi mi gagalamalı, psikologlara, psikiyatrlara müdavim mi olmalı yoksa kendi iç denge (homeostatis) yetimizle varoluş bilincimizi yenilemeli miyiz? Pesimizmi bırakıp optimizmi benimseyerek geçmişe takılıp kalmadan önümüze bakmak en doğru tutum olsa gerekir. Kötümserlikten kurtulamadığımız zaman yaşadığımız felaket öz varlığımızın (nefsimiz) zindanı olacak ve insan olarak en belirgin niteliğimiz olan hayat hamlesinden, yaşam atılımından uzaklaşmış olacağız.

Kötümser insan, duvar takviminden her gün bir yaprak kopartırken geride kalan yaprakların incelmesini korku ve endişeyle gözlemler. İyimser insan ise, hayatın sorunlarıyla etkin bir biçimde mücadele ederek takvimden koparttığı her sayfanın arkasına günlük bazı notlar aldıktan sonra düzgünce diğerlerinin sırtına iliştirir. (Bkz. Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, s. 125-126) Yazdığı notları, geçmişte dolu dolu yaşadığı acı tatlı olayları olgunlaşan kişiliğinin sağın gerekçeleri olarak görür. Yıllar geçtikçe çocukluktan yaşlılık evresi arasında bu dünyadaki hayat sahnesindeki rolümüzü oynayıp tarihteki yerimizi alırız.

Bazı yaşlılar gençlere imrenir ya da kıskanır. Bunlar, gençliklerinde ve yetişkinliklerinde iyi anılar yaşamadıkları ve yapmaları gerekenleri yapmadıkları için hayıflananlardır. Bazı yaşlılar ise yaşlarından övünç ve gururla söz eder. Bu mazideki yaşadığı iyi anılara bağlıdır. Mısırlı bayan yazar Neval Sevadi “Saçlarımı boyama gereği duymuyorum, beyazlamış saçlarımdan neden utanç duyayım ki, çünkü bunlar benim onurlu geçmişimin göstergesidir”, der. Oysa ki gençliklerinde ve yetişkinliklerinde yapmaları gerekenleri gerçekleştiren yaşlılar gençlere ne imrenir ne de kıskanır. Çünkü kendileri 60-70-80-90 yıl yaşamış, gün görmüş umur işlemiş saygın kişilikler olduklarından nice emsalleri arasında seçilerek nicelerini toprağa vermiş kişilerdir. Gençler ise ancak 18-25 yıllık zaman dilimini yaşamışlardır. Gençlerin yetişkin, orta yaşlı ve ihtiyar olma evresini görmeleri, yaşamaları bir ihtimaldir, yaşlılarınki ise gerçeğin ta kendisi. Gençler de zaten yaşlı büyüklerine gıpyayla bakıyorlar. İlk torunum 2004’te doğduğu zaman 35’li yaşlarda genç bir hocamız bana “Necati abi, şimdi sen dedesin değil mi, dedi. Ben de evet Üzeyir Hoca dedeyim, dedim. Bu durum, sizin gençlik karizmanızı bozar, dedim. Neden dedi. Çünkü bir dede ile arkadaşsınız, deyince, abi keşke biz de sizin gibi torun görebilecek yaşa erişebilsek, dedi.   

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.