Konya
08 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.25
  • EURO
    34.70
  • ALTIN
    2399.5
  • BIST
    10236.62
  • BTC
    61929.91$

YAVAŞLAMA ZAMANI

04 Eylül 2023, Pazartesi 00:15

        İnsanlık sermayesine baktığımız zaman, en büyük varlığımızın, hayat ve dolayısıyla zaman olduğunu fark ederiz. Bu sermayeyi verimli kullanmak; bütün insanlar için en çok önemsenmekte ve bu uğurda ciddi fedakarlıklar sergilenmektedir. Çünkü bütün verimliliğini o süre içerisinde elde etmekte; hayatiyetini o geçen vakte inhisar etmektedir. Bu durum, günümüze kadar böyle devam etmiş. Günümüz dünyasına baktığımızda; teknolojinin baş döndürücü gelişmesi karşısında, insan kısa süre içerisinde daha çok iş başarmak zorunda kalmış, hayatı daha hızlı yaşama gayretine girişmiştir. İşte bu hız tutkusu bize ciddi bedeller ödetmiştir…

       Maalesef, teknoloji hayatın fıtri seyrini; yani doğallığını sekteye uğratıyor. Daha doğrusu, hayatımıza türlü münasebetsizlikler soktuğundan dolayı her an, hayatımızı sabote etmekte, maddi ve manevi her anımızı riske etmektedir. Bayramlarda ve kandillerde, kişiye özel olmayan kutlama mesajları göndermek bunlardan biri. Mesela mabetlerin, konserlerin, konferansların ve karşılıklı konuşmaların kendilerine mahsus sessizlik, akış ve ritminin ortasına bir “ses bombası” gibi düşen cep telefonu zırıltısı cabası… Allah aşkına, düşünün samimi bir dostunuzla ciddi bir konuyu müzakere ediyorsunuz ve birden cep telefonunuz çalıyor, kimin olduğu meçhul olmasına rağmen o lahûti hava dağılıyor, ciddiyet buharlaşıyor, müzakere sırası bir meçhule terk ediliyor…

       Tabir yerindeyse; teknolojiyle beraber hayatımıza giren “hız” adeta hayatımızı uyuşturuyor. Artık her yerde ve hiçbir yerdeyiz. Aslında bütün varlığımızla bir yerde değiliz, parça parça, orada ve buradayız. Artık o sıcak nefesi duymak ve hissetmek tarihe karıyor. Kalbini dostunun kalbine yakınlaştırmak keyfiyeti bir rüyaya dönüşüyor. Dolayısıyla gerçek hayattan ayrışan bilinç, sanal ses ve sanal sohbetle uyuşuyor. Hakiki zaman buharlaşıyor ve sanal zamanın o dipsiz dehlizlerinde bir ömür tükeniyor…

       Oysa güzel olan, kayda değer olan ne varsa yavaşlıkla yapılır. Halbuki, sevmek için zaman ayırmak gerekiyor. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Güzelliği, ancak zaman ayırarak fark ederiz. Hayatımızı ancak teenni ile olgunlaştırabiliriz. Bir meyveyi ancak fıtri olan o zaman seyrine riayet ederek; afiyetle, lezzet alarak yiyebiliriz…

        İnsan hızla birlikte ruhunu kaybediyor. Çünkü; duyguların kendilerine mahsus bir süresi vardır. Siz, duyguların zamanını hızlandıramazsınız. Hepsinin kendisine mahsus bir mevsimi var ve ancak o mevsimde neşvünema bulurlar ve ağır ağır ilerlerler. Hız, hep geleceği yakalama stresini yaşarken, şimdiyi ıskalıyor. Şimdiki en verimli hakiki zamanı; geleceğin o mevhum müphem zamanına feda ediyor. Bugünden mahrum bırakarak, hep gelecek planlar için yaşanıyor. Bugün ise elden kayıp gidiyor…

        Yavaşlamak, aynı zamanda insan hayatında her mevsimin hakkını vermek anlamına geliyor. Her çocuk layığınca gerekli ilgi ve alakayı görmeyince maalesef bir sonraki hayatında onarılmaz yaraların oluşmasına zemin hazırlar. Halbuki; çocukluk döneminde görecekleri ilgi, alaka, şefkat ve merhamet, onları hayatın ileriki travmalarından koruyacak en etkili antidepresandır…

          Ne acı ki, teknolojiyle beraber hız tutkumuzla, aramızdaki “dinleme sanatı”nı kaybettik. Evet, artık zihnimiz her yerde dolaşabiliyor, halbuki “online” konuşmalar gerçek bir konuşmanın sağladığı ruhsal doyumu, vermiyor. Çünkü karşımızdaki titreyen sesi, bakışları, sesine yüklediği hüzün ve sevinç tonlamalarıyla bir insan yok. Adeta robotik bir muhaverenin dışına çıkılmıyor. Hız, derinlemesine ilişkilerden bizi alıkoyuyor. Yüzeysel maneviyattan yoksun, bencil ve egoist yaklaşımlara sevk ediyor. Adeta haz ve hızı birleştirerek, hakiki zamanı ıskalıyor. Bu durum gerçek bir dünyayı bize sunmuyor. Halbuki olgun insanlar, biraz da ölüme doğrudan bakmasını bilebilen, kendi faniliğiyle yüzleşebilen, hayatın kırılganlığını ve geçiciliğini algılayabilen ve buna göre hayatın hakkını veren insanlardır…

      İstisnasız hepimiz, her daim: “Ben bu hayatta nereden geldim, nereye gidiyorum ve burada asıl vazifem nedir?” sorusunu kendimize sormalıyız. Bu haklı ve esaslı soruyu da; vicdanımızı tatmin için, mutlaka yavaşlamamız gerekiyor. Yüzleşmek cesaret ister, biz vicdanımızın sesine kulak vermek ve yüzleşmek zorundayız.

   İyi ve güzel olan ne varsa yavaş yavaş, hakkını vererek yapılmayı hak ediyor. Böylece, onlardan edindiğimiz yaşantı, kalıcı ve derin bir tecrübe halini alıyor. Misal bir şehri bir günde hızlı bir şekilde dolaşmak mı yoksa bir hafta boyunca bütün çevresiyle, arka sokaklarıyla bağ ve bahçelerinden dolaşmakla mı lezzet alırız. Lezzetli bir yemeği apar topar ayaküstü yiyip kalkmak mı eş ve dostlarla beraber sohbet ederek, yemek mi daha lezzet verir ve kalıcı olur?...

   O zaman bu haz ve hız toplumuna karşı telaş ve aceleciliği bıraktırarak; teenni ve sükûnet toplumuna dönüştürmeliyiz. Başta kendi nefsimizden başlayarak!..

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.