Konya
03 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.44
  • EURO
    34.83
  • ALTIN
    2399.0
  • BIST
    10208.65
  • BTC
    59029.35$

“KİMSEM ÇOK, AMA SAHİPLENENİM YOK!..”

05 Ekim 2022, Çarşamba 06:25

Yıkık, virane olan, umut ve hayat sevinci olamayan insan, içinde yenilenmeyi, içinde rahatlayıp güzelleşmeyince, dışına da aksediyor, dışı da yıkık, dökük viraneye dönüşüyor. O yüzden, "İçi eskiyip yenilenmeyince, içini güzelleştiremediği sürece, dışından da eskirmiş insan.” Yenilenmeyi gerçekleştiremeyen insan, galibi olmayan ama hep mağlup olan bir kavga içinde bulur kendini. Kavgası başkalarıyla değil kendisiyledir ve bir başka insanla da herhangi bir davasının olmasının hiç önemi yoktur. Ama insanın yüzü küskün olsa da, kalbi barışık olmalı diyeceğim ama kalbi barışık olan insanın da yüzünün küskün olması mümkün değildir.

Öyle bir insanla karşılaşırsınız ki, sanki çok uzaklardan gelmiş yolcu gibi yorgun, bitkin ve çaresiz duruyordur. Adama bakarsınız, kirli sakalı, giyimi kuşamı, eli ayağı, yüzü, bakışları binbir acının eseri. Bir yanı başkaldırırken, bir yanı sükût ve tevekkülde. Ömür denilen o emanet zaman diliminde, o başkaldırı ve sukutun arasında sıkışmış kalmış sanki. Daldığı sükûtun içine hangi mahrem duygularını saklıyordu acaba? Aşk acısını mı, evlat derdini mi, ihaneti mi, hasreti mi? Belki de, içinde veya dışında girdiği mücadelelerden aldığı yaralardır. Belki de hayallerinin içinden bir kuş sürüsü gelip geçmiş, târümar etmiştir, hayallerini, umutlarını, kim bilir. Öyle veya böyle, insan, içindeki savaşı kaybetti mi, neleri kaybetmez ki, dışında kaybettiği savaşlar ne ola ki? Bunların hiçbiri değilse de yaşamaya gücü mü yetmedi zavallının?  Boşuna dememişler, “yaşamak zor zanaattır “diye.

Yüzü safran gibi, mahzun, derin acıların eskittiği bir yüz nasılsa öyle ve feri sönmeye yüz tutmuş, melül melül bakan gözler. Sanki göğsünde havalanmaya, kafesinden kaçmaya çalışan ama yaralı bir serçe çırpınıyor. Bulutlanmış gözleri, ha yağdı, ha yağacak kararsızlığında, ürkek. Sırtında eskimiş ama dökülmemiş bir ceket var. Örgü yeleği de öyle, sanki kendinin değil, ödünç almış, cepleri şiş duruyor. Giyile giyile paçaları kısalmış pantolonun kapatamadığı ayakkabıları gün sayıyor, dağıldı dağılacak. Bembeyaz saçlar ve hor kullanılmış, işi bitmiş ama çöpe atılmamış külüstür eşya gibi; kamburunu dikip bir köşeye sinmiş kalmış. Anlaşılan ağır sille değil, silleler yemiş. Kim bilebilir ki, kalbi kaç yerinden kaç kere kırılmış, örselenmiş.

Böyle bir insanla karşılaşınca hemhal olmak geçer içinizden ve anlatmasını istersiniz, bir ortak yol bulmak, duygudaşlık yakalamak, muhabbet kurmak için konuya girmek istersiniz, ama anlatmaz, anlatamaz. Doğal olarak o da haklıdır. Çünkü hangi insan kendini olduğu gibi anlatabilir veya anlatmayı göze alabilir ki? Veya kaç insan, anlatarak tekrar geçmişi yaşayıp tekrar mutsuz olmak isteyebilir ki? Belki ruhu cendereyle sıkışmakta, ıstırapları bir asa gibi elinden gezmekte, kendi burada olsa da ruhu çölde yürüyen, ömrü yalnızlık ve acılarla çürümüş, hayatını yaşamak yerine, hayatının bir ucundan tutup sürüyen, dertlerini de gönül sırtında taşıyan, yokluk içinde ki çaresizliği yaşayan biridir.

Bir ara, “kimin, kimsen var mı?” diye sorunca, yüzündeki donuk gülümseme buharlaştı, aniden insanı kilitleyen, kısa ama anlam yüklü bir cevap:

“Kimsem çok, ama sahiplenenim yok!..” hadi gel de işin içinden çık, ne dedi, ne demek istedi? Bu söz, seni konuşmaktan men eder, çünkü bu sözün anlamı belki de şu olabilir. "Hayat, ancak kaybetmişlerin, yenilmişlerin diliyle tanımlanabilir. Çünkü ancak mağluplar hayatı kavrayabilir." Böyle durumlarda halden anlamak, üzerine gitmemek gerekir insanın. Çünkü bir insan, ne yenilgilerinden, ne kaybedişlerinden, ne de hatalarından bahsetmeye gücü yeter, ne kimsesizliğinden, ne sahipsizliğinden, ne de çaresizliğinden.

Bilemezsiniz, her halin bir sırrı vardır, her halin yaşanmakta olan bir serüveni. Hayatı iyi yaşamamış, bilinmeyen sebeplerden dolayı belki de yaşaması engellenmiştir. Belki de her şeyin sorumlusu olarak kendini görüyor ve kendini suçluyordur. Belki şunları söyleyecektir de, söyleyemiyordur; “Yanlış yola girdim, yanlış bir hayat yaşadım. Bir trene bindim, bir kompartımanda durmadım, oda oda gezdim, her odada bir savaş, her odada bir yenilgi ve sonucunda her odadan atıldım. Durakları fark etmedim, fark etsem de görmezden geldim. Ama aklım başıma gelince de çok kötü yerde o trenden atladım. Her yanımda kırık var, duygularım paramparça. Yaralarım iyileşmedi, iyileşmeyecek de. Dokunma bana, zorlama beni” dercesine bakan gözler ve yüz ifadesi.

Belli ki, adam ağır hasarlı. Vücudu olmasa da ruhu örselenmiş. Çok savaşlardan çıkmış ama sanki hepsinden de büyük yenilgi almış gibi. Derdine dair bir kelam etse, bir ipucu verse, gerisi sökün edip gelecek, ama vermiyor. Anlaşılan o ki, "içi insan mezarlığı, en çok da kendisi ölmüş."

Yüreğindeki kanayan yaraya merhem çare etmemiş, anlatarak rahatlamaya da imkân yok. Görünen o ki, içine oturan ağu hala kaskatı, hiç erimemiş, daralttıkça daraltıyor. Anlaşılan çok erken yorulmuş, çok erken yaşlanmış. Umutları çok erken kırılmış, kırpılıp kırpılıp atılmış. Değil mi ki, umut gidince yerine bir şey konulmuyor, hiçbir şey de, bırak yenilenmeyi, eskisi gibi de olmuyor.

Maalesef, geçmiş insanın peşini bırakmaz ya, işte öyle bir şey, sanki sırtında değil içinde koca bir dağ taşıyor. Sırtında olsa atıp gidecek ama yenilgiyle sonuçlanan savaşların verdiği yükü içinden söküp atamıyor anlaşılan.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.