Konya
09 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.27
  • EURO
    34.74
  • ALTIN
    2397.0
  • BIST
    10247.75
  • BTC
    61500.104$

KENDİMİZ ANLAMAK VARKEN

17 Temmuz 2021, Cumartesi 09:27

Bugünkü açmazların içinden çıkılamayan ve ya çözüm bulmayan sorunların temelinde tarihin incelenmesinden/irdelenmesinden uzak kalmışlığımız yatar.

Elbette insanların aynı tarihsel bilinci taşımaları mümkün değildir. Bu meyanda kişiler arasında toplumsal bakış zaviyesinde farklılıklar olacaktır. Yöntem ve tekniklerde usul ve esaslarda ayrı düşünceler olacaktır.

Bunda şunu anlamak gerekir. Tarih yaşanırken de yazılırken de hep yeniden inşa edilir. Bizim gerek bireysel gerek kültürel seçimlerimiz düşüncemize yön veren ve tercihlerimiz üzerinde baskın olan bilinçaltı hassasiyetlerdir.

Bilinçli bir tercih yapma şuurunu yakalayan ile dış yüzeyde satıhta kalan arasında elbette bakış açısı yönüyle farklılık oluşacaktır.

Yani toplumsal bilinç ile tarihsel bilincin eş zamanlı ve eşgüdüm de toplumsal şuur etkinliğine dönüştürülmesi tarihsel bilinç ve misyon konularında ortak bir paydada buluşulması tarihe ve hakikate tanıklık etme konusunda bir şuur çığırı açacaktır.

Tarihi hakikate vakıf ve toplumsal şuurda çığır açma konusunda hassasiyet gösterenler ile vurdumduymaz kategorisinde caka satanların eylem ve söylem dilleri seçim tercihleri, seçtiği bilinç harmanlamasında farklı bir geleneği ve farklı bir koordinatı temsil etmelerine rağmen; neticede gitgide toplumsal bir hastalık statüsüne ulaşılmış olsa da; birbirimizi amiyane suçlamalar yerine bilimsel nitelikte yapılacak analizlerle toplumsal bilinç ve konumları değerlendirme ve değer yargılarını yeniden inşa etme hususunda hiç mi ortak bir noktamız olmayacaktır? Asıl burada durmamız gerekiyor.

Ne amiyane suçlamalar ne hamasi abartmalar sadece hakikate ulaşmada ve hakikati yakalamada bir misyonu kavrama konusunda hemfikir olmayı yeğlemek haddi aşmadan bir kertede buluşmak kendi geçmişimize takınılan sövme tavırlarından ziyade daha yakından ve objektif normlar çerçevesinde tarihe yaklaşarak bakmak ve içinde yol alma maceramızı avunma değil ders çıkarma mesabesine dönüştürmek ve derin bir sürekliliği ivme kazandırarak tarihin canlı olduğunu anlama kabiliyetiyle süslemek/değerlendirmek eminim ki; geçmişi ve bugünü yorumlamada daha olumlu yansımalar yapacaktır.

Biz yıllardır Osmanlı’yı batılıların ağzından dinledik tarih kitaplarımızda.Çünkü Osmanlı’yı reddi miras yapıp O’nun külleri üzerinde yeni bir devlet olmayı inkar noktasına getirenler hem geçmişlerini inkar ettiler,hem de zaten anlama ve des çıkarma diye bir kaygı taşımadılar sadece yeni rejime yönelik destek bulma da onu karalama eleştirme dışlama yergi reddi miras etme gibi boy gösteren alanlarda kullanmak suretiyle tu kaka ilan ettiler bi şekilde.

Bu işin kolay yanı idi. Bir nevi inkâr kaçma ve kurtulma psikozu. Hâlbuki insan aslından kendinden kendi geçmişinden kaçamazdı. Mutlaka bi şekilde yüzleşmesi gerekiyordu. Evet, bizde yüzleştik lakin biz yüzleşirken içimize devletimizin en mahrem yerlerine bakanlıklara soktuğumuz Yahudi kökenli batılı bilim adamlarının tanıttığı öğrettiği eğittiği kanalları kullanarak yüzleştik. Geçmişe sövdük saydık inkâr ettik ders çıkarmadık, yeniyi övdük dokunulmaz kıldık eleştiri dahi yapamaz hale geldik ve laf söyletmedik. Sonuçta kucağımızda biriken bir sürü sorun yumağı bulduk. Halbuki bizde olan kültür zenginliği tarihin hiçbir toplumunda yoktu. Bu öyle bir mirastı ki kıymet bilinmeyen halleriyle kendimizi çuvallarla Bulgaristan eşkıyasının mahzeninde malzeme olduk. Yok pahasına Devleti Aliyye-i Osmaniye’ye ait olan bir hazineyi sırf kurtulma pahasına elimizden çıkardık. Biz bizi anlamak yerine kurtulmayı tercih ettik nedense.

Eğer öğrenseydik inkâr ettiğimiz atalarımız, inkâr ettiğimiz tarihimiz nasıl bu kadar asır ayakta durmuş 36 öğrenciden üç beş tanesi kırık not almışsa bu niçin tamamını kötüleme noktasına getirmiş işte biz bunu hiç ayırt etme derdine düşmedik. İşimize gelmedi bu sırlara vakıf olma, keşfedemedik bu güzellikleri. Niye çünkü elimizde geçmişe ait izleri silmeye ve karalamaya çalışan bir zihniyet vardı ve bu zihniyet hâkim olan güçtü.

Biz insanı yaşat ki devlet yaşasının kavram olarak ne anlama geldiğini anlamak istemedik.

Dilimizi ezberci sloganlara teslim ettik.

İnşa etmeyi yapıcı olmayı başaramadık.

Biz taklit etmekle her şeyin düzelebileceğini sözde çağdaş modern olacağımızı papağan gibi ezberledik.

Biz liyakatin esrarına/esasına göre değil, adamına göre işgüzarlığın cazibesini ve adamcılığın kayırmacılığın partizanca tutumunu çözüme dâhil ettik.

Biz ırk birliğini değil, gönül ve din birliğini kuvve alıp hükümde kendi örf ve adetlerine göre yaşayan ve değer bulan bir kalenin kapısını kapatarak, kendi örf ve adetlerine zıt, toplumsal değerleriyle uzaktan yakından alakası olmayan, batılı ve batıl kültürel zeminlerde ve kaygan yollarda paten yaparak,  kendi insanımızı ne doğulu ne de batılı yapabildik. Onları belli kalıplar içerisinde baskın eylem ve söylemlerle tutmaya alıştırdık. Onlar sadece günün adamı oldular. Bir kültün peykinde bir labirentin açmazında kıvranırken, buradan yol bulup çıkmayı akıl etmekten ziyade, daha çok nemalanmayı uygun bulanların çoğunluğunun topluma hâkim olan bir sınıfa dönüştürüp, gerçekte azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir yönetici elit kesimini oluşturduk ve gerçekte bir seçkinler sınıfını kurduk. Buna karşı çıkanları da usulünce susturduk.

Velhasıl biz insanlığın gözdesi atalarımızın hayatını süzmek ve ders çıkarmak yerine objektif kanalları kullanmayıp, bir Afrika atasözünde olduğu gibi; “Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir.” Sözüne uygun bir platformda kalmayı yeğledik. Lakin biz, bize bırakılan mirasın ve misyonun mutlaka farkına varmak mecburiyetindeyiz.

Tarih bize böyle bir rol verdi. İstesek de istemesek de bu böyle. Mızrak çuvala sığmaz. İdeolojik bakış ve yanlı tutum çıkmazın ve sığlığın labirente götüren sadece bir yönü. Artık gömleği çıkarma zamanı.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.