Konya
08 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.26
  • EURO
    34.73
  • ALTIN
    2399.1
  • BIST
    10289.27
  • BTC
    62168.71$

HAKLI OLMAK YETERLİ Mİ ?..

07 Ağustos 2023, Pazartesi 00:00

Hayat sahnesinde, yaşamımızı örgülerken; insanlar ve olaylar karşındaki yaklaşımlarımızda, genellikle haklı olmak ve öyle bilinmek bizim için esas kabul edilmektedir. Zira bizi aklen ve kalben rahatlatan ve insanlara karşı daha güvenilir ve korunaklı kılan bir halet-i ruhiyedir. Haklı olmanın o vermiş olduğu huzur ve güven bu konuda daha da bizleri tetikler.

   Hayat tecrübemde gördüğüm o ki; haklı olmak bir meselenin çözümü için yetmeyebiliyor. Çözüm için bazan haklı olsa bile ‘feragat’ şıkkını işaretlemek gerekiyor. Günümüz toplumunun temel yapısına baktığımızda maalesef salt haklı olmak üzerine kurulmuş bir mantığın hâkim olduğunu görüyoruz. Haklı olmanın, bazan farkında olmadan karşı tarafın hak ve hukukunun zedelendiğini ve bundan sonraki hayatının sanki hep bir olumsuzluk ve haksızlık sarmalına dönüştüğünü farz ederek; ciddi haksızlıkları irtikap edebiliriz. Bu durum haklı olmanın verdiği özgüvenle birlikte gelen ciddi bir haksızlığın kapısını bize aralar…

   Her zaman haklı olmak; bize yapacağımız her işi meşru kılmıyor. İnsaf ve vicdan terazisiyle hadiseleri ve olayları tarttığımız zaman; anlıyoruz ki, haklı olmak aynı zamandı insaf, vicdan, şefkat ve merhamet hislerinin de varlığını gerekli kılıyor. Çünkü insan fıtraten zulme ve merhametsizliğe yakın bir varlıktır. Haklı olmak bazen haddi aşmayı; hissi olarak gerekli kılabiliyor. İnsan bu hisse mağlup olmamak için; mutlaka merhamet ve şefkat gibi ulvî duygularını daima devreye koymak zorundadır…

   Genellikle her meslek kuruluşunda ve grubunda bu hassasiyetin varlığı elzem iken; daha ziyade öğrencilerimizle olan münasebetlerimizde, daha çok bu işte şefkat ve merhametin ne kadar zaruri olduğu ve haklı olmanın aslında sizin haddi aşmanızı gerektirmediğini gösteriyor… Çünkü elimizdeki malzeme, genç nesildir ve her an hisleriyle yoğrulduğu için hatalar ve yanlışlıklar yapmaya ve yeri gelince haklı olduğu noktasında ciddi mücadeleler gösterebilmektedir. Biz öğretmenler olarak; kısa süre içerisinde öğrenci karşısında haklı bir vaziyete girdiğimizde, işte orada yükümüz daha ağır hale gelebilmektedir. Zira öğrencinin yanlışını tolere etmek ve ona karşı şefkat ve merhametini devam ettirmek, rencide etmemek, mahcup etmemek; o öğrencimizin geleceği ve hayatının devamlılığı adına büyük bir fırsattır. Bu durumda haklı olmanın vermiş olduğu his ile ihtimam ahlakını ihmal edebiliriz. Fakat asla bu hassasiyetleri elden bırakmamalıyız.

    Tarihin muhteşem sayfalarından ‘asr-ı saadet’e baktığımızda bu noktada bizi aklen, kalben ve ruhen tatmin edecek muazzam bir örneğin varlığını görebiliyoruz. Malumunuz… Hz Hasan, Hz Ali’nin büyük oğlu ve Efendimizin büyük torunu…Hz Ali’nin vefatından sonra bütün ümmetçe Halifeliği tasdik edilen ve Muaviye tarafından itiraz edilen ve ordu hazırlanıp yola çıkıldığında; Hz Hasan haklı olduğu halde ve bütün ümmet kendisini rakipsiz bugünkü Türkiye gibi yirmi ülkeyi içine alan bir yer için halife tayin ettiği halde; İslam’ın geleceği ve hiç kimsenin kanının dökülmemesi adına feragat etmiş ve haklı olduğu halde halifeliği Muaviye’ye teslim etmiştir.

   Bu olayda her dönemin Müslümanlarının alacağı ders elbette vardır. Bu ders, biri haklı diğeri haksız olmak üzere iki grup mümin ihtilafa düştüğünde elbette ki; haklı kesimin desteklenmesi ama; İslamiyet’in geleceğinin zora düşmesi ve Müslümanların zarar görmesi ihtimali karşısında haklı dahi olunsa feragatin sergilenmesi; şahsi hakkını mümkünse umumun hakkına feda etmenin bahtiyarlığına erişmek gerekliliğidir. Bu mananın en harika örneğini Hz Hasan Efendimizin o muhteşem kararında görüyoruz. O cazip saltanatı Müslümanların selameti adına hiç tereddüt yaşamadan Muaviye’ye devretmesidir…

   İnanın bu iş bu kadar kolay başarılacak bir durum değildir. Enaniyetin, kibrin, gururun ve benliğin şaha kalktığı bir dönemde; haklı olduğu halde hakkından feragat etmek her babayiğidin karı değildir. Hepimizin, Müslümanlık adına daima örnek olarak cami kürsülerinde ve vaizlerimizin telkinatlarında duyduğumuz ve Hz Alinin hayatında yaşanmış bir olayı salık vermektedirler. Savaşın dehşeti anında Hz Ali, bir düşmanı yere atmış ve tam öldüreceği anda o düşmanın Hz Ali’nin yüzüne tükürmesiyle beraber çekilir ve düşman sorar: “ Niye öldürmedin?” Hz  Ali: “Seni Allah için öldürecektim, fakat sen bana tükürdün nefsin devreye girdi onun için öldürmedim. Yoksa seni Allah için öldürecektim ve vazgeçtim” der. Karşı taraf imana gelir ve bu dinin kutsîyetine inanmış olur…

     Aynı şekilde bir gazvede sahabelerden Üsame b. Zeyd, yine aman isteyen ve kelime-i şehadet getiren birisini öldürmesi karşısında Efendimizin çok üzülmesi ve Üsame b. Zeydin: “Korkudan kelime-i şehadet getirdi.” demesi karşısında Peygamber Efendimizin: “Kalbini mi yarıp baktın?” nebevî ikazı duyması, haklı olmanın yetmeyeceği insaf ve feragatin mümkün oldukça uygulanması esas olduğu gerçeğidir. Hele karşı taraftaki mümin ise; bu işin ciddi manada ele alınarak ince elenip sık dokunarak davranılması esas olmalıdır. 

  Velhasıl; haklı olmak her zaman bir galibiyet vesilesi olmamalı. Aslında haklı olmak, ağır bir sorumluluğu yüklenmenin işareti bilmek gerekir. Aynı zamanda haklı adam, insaflı ve merhametli olur; üç kuruşluk menfaatini genelin menfaatine feda eder. Bu konuda hepimize düşen; bu zamanda bu kahramanlığı sergilemektir. Ne mutlu o kahramanlığı sergileyenlere!..

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.