Konya
08 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.26
  • EURO
    34.68
  • ALTIN
    2402.6
  • BIST
    10276.5
  • BTC
    62432.88$

DERMANIM DERDİM İÇİNDE…

29 Mayıs 2023, Pazartesi 00:00

Hayat sahnesinde çoğu zaman yaşadığımız, bildiğimiz ve sebep sonuç noktasında aşina olduğumuz gerçeklerin; çokta bizim anladığımız, daha doğrusu iki kere ikinin dört şeklinde tecelli etmediğini görürüz. Bu durum bize hayatımıza her noktada hâkim olamadığımızı ve yeri geldiğinde çok olumsuz algıladığımız olayların ve yaşanmışlıkların zahirde görünenden farklı ve tam tersi tecelli ettiğini gösteriyor.

           Yaşadığımız hayata dikkatle baktığımızda her şeyin, aslında zıddıyla hayatta devam ettiğini görüyoruz. Aslında güzelliği hakkıyla bize tattıran şeyin çirkinin çirkinliği olduğu gerçeğidir. Ecdadımız: “Her şey zıddıyla kaimdir.” demeleri bu gerçeğin bir sonucudur. Divan edebiyatının büyük üstatlarından Şeyh Galip, bu hakikati kendi düşünce dünyasında şöyle senarize etmiştir: “Düştüğünde üzülme; Hz Yusuf’ta yükselişini kardeşleri tarafından ölsün diye atıldığı kuyuda bulmuştur.” Bu gerçeğin derinliklerine az buçuk kulaç attığımızda kainattaki bütün gelişim ve değişimlerin bu gerçeği, bütün insanlığa haykırdığını görebiliyoruz.

           Bu hakikatin örneklerine başta Allah’ın koymuş olduğu tabiat kanunlarında bütün berraklığıyla görebiliyoruz. Baharların arkasındaki asıl gerçeğin aslında kışların ve şiddetli fırtınaların varlığı yatıyor. Yoksa kurak mevsimler ve kıtlıklara talip olma gerçeğini kabul etmek zorunda kalabiliriz… Aynı zamanda annelerimizin dokuz ay boyunca çektikleri çile ve ıstıraplar ile nur topu bir evladın dünya ile buluşmasına sebep olmaktalar. Dolayısıyla yaşanan bütün olumsuzlukların arkasında bir merhamet elinin olduğu muhakkaktır.

             Tarihin şeref levhalarına nazar ettiğimizde bu muhteşem sahifelerin arka planında da aynı ilâhî kanunun hâkim olduğu hakikatinin yattığını görürüz. Başta insanlığın yaratılış sebebi ve en büyük iftihar vesilesi olan başta Peygamber Efendimiz ve diğer peygamberler ile kâmil insanlar, mütefekkirler ve filozoflar hep hayatta yaşanan zorluklar ve zahiren çirkin gözüken olaylar ve manzaraların arkasında asıl gerçeği görerek ümidi kırmadan yollarına devam etmişler. Efendimizin hayatına baktığımızda Kuran’ın beyanıyla sabit olduğu üzre “Sevgili Habibim” diye seslenilen Resulü, dünyaya gelmeden babasını; altı yaşına vardığında annesini kaybediyor. Bu kadar olumsuzlukla başlatılan bir hayat elbette Peygamberlikle taçlanıyor. Diyebilir miyiz ki; bu dertler dermen olmadı!.. Tam tersi bu dert ve ıstıraplar aynı zamanda Peygamberlik manasının taçlanmasıyla insanlığın asıl derdine; Allah, Efendimizi hem dünyada hem de ahirette derman yaratmış…

              Kıymetli okuyucu, her musibetin içinde yol gösterici bir mana vardır. Bir önceki yazımda aktarmıştım, gönül çağlayanı Mevlâna hazretleri: “Dert insana yol gösterir.” diyerek asıl hayatımızda yaşanan olumsuzlukların, aslında hikmet nazarıyla bakarsak göreceğiz ki; dert bildiğimiz musibetlerin aslında birer derman oldukları ve yol gösterdiğini göreceğiz. Bu konu, aslında bu asrın zihin, kalp ve ruh dünyasında büyük bir yaradır. Bakış ufkumuzu Kuranî bir nazarla değiştirerek yaşanan bütün olumsuzlukları lehimize döndürebiliriz. Yanlış anlaşılmasın bu bakış açısı bir Polyannacılık değildir. Tam tersi; aslında hayatı gerçek manada okuma ufkuna ulaşma keyfiyetidir. Zira olgunlaşmanın adeta pişmenin yegâne çaresi, san ki musibetlerin ağından geçilerek istifade edilebiliniyor. Yoksa tek düze yaşayanların ve monoton geçirenlerin hayatlarından çokta kayda değer bir marifetin yaşandığını görmeyiz. Adeta altın ve elmas gibi cevherlerin ortaya çıkma ölçüleri; hepimizin malumu en yüksek derecede asıl madenlerine ateş verilmesidir. Demek oluyor ki; biz hayattaki ateşlerde yanmadıkça asli hüviyetimize kavuşamayız.

             İsterseniz bu manidar meseleyi, yaşanmış destansı bir hikayeyle bitirelim. Asrın dertli ve çilekeş şairi Mehmet Akif Ersoy hasta yatağında ve Rabbiyle mülaki bir şekilde artık sefer yakın olduğu anda bazı arkadaşları vefâ adına yanında nezaketle bir soru sorarlar : “Efendimiz, acaba bundan sonra bu millet için bir marş yazılır mı?..” Mehmet Akif yaralı bir aslan gibi hasta yatağından fırlayarak gözlerini lahûtî aleme dikerek adeta şu gaybi gerçeği asrın kulağına fısıldar: “Arkadaşlar Allah bir daha bu millete böyle bir marş yazdırmasın!..” haykırarak aslında konumuza enfes bir berraklık getirmektedir. Demek hayatın zevkini ve lezzetini almak isteyenler, hayata topyekûn bir şekilde bakmak zorundalar. Hayata böyle bir gözle bakılması dileğiyle… “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır.”… Vesselam.

Yorumlar

  • yorum avatar
    Dede Ergün
    29-05-2023 10:33

    Yazgının bir parçasıyız ;Allahtan hakkımızda en hayırlısını vereceğine iman etmişiz kıymetli hocam

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.