Konya
08 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.25
  • EURO
    34.71
  • ALTIN
    2405.9
  • BIST
    10247.75
  • BTC
    62213.02$

10 KASIM VE ATATÜRK

11 Kasım 2020, Çarşamba 09:09

Osmanlı İmparatorluğu savaş yorgunuydu.

Onlarca yıl Sina’da, Galiçya’da, Yemen’de ve Kafkaslarda savaşmıştı.

Savaşlarda Osmanlı Ordusu büyük kayıplar vermişti.

Yaklaşık bir milyon asker hayatını kaybetmiş, bunun yarısı kadar da asker esir düşmüştü.

Esir alınan askerlerimiz farklı ülkelere götürülmüştü.

Yunanistan’da esirlerimiz vardı.

Rusya’da esirlerimiz vardı.

Romanya’da esirlerimiz vardı.

İtalya, Fransa, İngiltere’de esirlerimiz vardı.

Sayıları çok olmasa da ABD’ye götürülen esirlerimiz vardı.

Esirler insan ve hayvan pisliğinden geçilmeyen gemilerle bu ülkelere götürülmüştü.

Gemilerde yatak yok.

Gemilerde yorgan yok.

Yiyecek yok.

Ne verilirse onu yiyorlar ve  gidecekleri ülkeye göre yolculuk 1-2 ay sürelebiliyordu.

Savaşın acımasızlığına düşmanın acımasızlığı de eklenmişti.

Osmanlı İmparatorluğunun düşmanları  dünya savaş tarihinde örneğine rastlanmayan eziyet ve işkenceler yapıyordu, esir düşen askerlerimize .Dün imparatorluktan emir alanlar artık emir vermeye başlamıştı. Bu yüzsüzlük ve namertlik bir süre sonra ülkeninin işgal edilmesine kadar gidecekti.

19. Yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı üzerinde nüfus kurmaya başladılar.

Ordular savaşmaktan yorulmuştu.

Dört yıl sürecek olan 1. Dünya Savaşı patlak verdi.

Savaş iki blok arasındaydı: İtilaf Devletleri  ile İttifak Devletleri arasındaydı.

Karşı blokta İtalya, Fransa, İngiltere gibi her bakımdan gelişmiş, zengin ve güçlü devletler vardı.

Paraları,

Silahları,

Topları, tüfekleri,

Bombaları,

Savaş gemileri vardı.

Uzak diyarlarda onlarca yıl savaşan Osmanlı ise yorgundu, bitap düşmüştü. Cephede adım atacak hali yok denecek  azdı.Asker sayımızda azalmıştı. Savaşacak silah, top, tüfekde yok denecek kadar azdı.

Hazinemiz “Tam takır, kuru bakır”dan farklı değildi.

Savaş için şartlar Osmanlı’nın aleyhineydi.

Olumsuz şartlar altında Osmanlı yeni bir savaşa itelendi ve kendisini 1. Dünya Savaşı’nın içinde buldu. Aynı zamanda imparatorlukta yönetim zaafları da başgöstermişti. Saray, 31 Mart Vakası ile başlayan süreçte yönetme hakimiyetini elinden kaçırmıştı. Entirakaların ardı arkası kesilmiyordu.

Hangi pencereden bakarsanız bakın savaşın sonu belliydi.

Çanakkale de en olumsuz şartlar altında bu savaşı  on binlerce şehit vererek  kazandığımız halde,          Dört yıl süren 1.Dünya Savaşı’nı kaybeden ülkeler arasında yerimizi aldık.

Emperyalist ülkeler iyice çıldırdı.

Yunanistan’ı üstümüze saldırttılar. İstanbul’un Fethini yüzlerce yıldır hazmedemeyenler İtalya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerlerinde kışkırtmaları ve desteklemelerinden sonra İzmir’ girdiler. İzmir işgal edildi.

İzmir yakıldı, yıkıldı.

İzmir yağmalandı.

Yunan askerleri, İngiliz askerleri, Rumlar resmi makamları işgal ederek Türk bayraklarını indirdiler. Yunan bayraklarını çektiler.

Erkekler kurşunlandı.

Kadınların ırzına geçildi sonra süngülendi.

Çocuk yaştaki kızların babalarının ve annelerinin önünde ırzına geçildi.

İbadet yasaklandı.

Bazı yerlerde de camiler tuvalet olarak kullanıldı.

Ne kadar değerimiz ve kutsalımız varsa Yunanlılar tarafından ayaklar altına alındı.

İşgal İzmir’le sınırlı kalmadı. İzmir’in çevre illeri de işgal edildi.. Manisa, Muğla, Aydın ve bu illerin ne kadar kazası, nahiyesi, köyü varsa işgale uğradı. Aynı zulüm buralarda da yapıldı.

Hakimiyetini kaybeden saray kontrolü de kaybetmişti.

Hiç bir müdahalede bulunamıyordu.

Ortada doğru dürüst  ordu falan da kalmamıştı.

İzmir’den sonra İstanbul, İngilizler tarafından işgal edildi.

Öyle böyle değil bu resmen işgaldi.

İngilizler şehirde her şeyi kontrol altına aldı.

İstanbul’a gelişi bile vizeye bağladılar. İstanbul’a girebilmek için İşgalci İngiliz yönetiminden vize almak gerekiyordu.

Ege’de, İstanbul’da ticaret büyük oranda işgalcilerin eline geçti.

Maden ocaklarının ruhsatlarını kendi ülkelerinin şirketlerine vermeye başladılar.

Bu bölgelerde finans sektörü tamamen onların eline geçti.

Her türlü pisliği yaptılar. Yapmadıkları pislik yoktu. Kadınlara, çocuklara musallat oldular.

Bütün bunlar olurken Osmanlı Sarayı ne yazık ki çaresizdi.

Çareyi İngiliz himayesinde gören Saray mensupları vardı. Kurtuluşu Amerika’nın himayesinde görenler de vardı. Şeyhülislam Mustafa Sabri ve  daha başka din adamları  bu görüşü savunuyordu. Gazeteciler, yazarlar vardı. Bugünkü İngiltere başbakanının büyük dedesi olan gazeteci Ali Kemal vardı. Bu Ali Kemal bir ara Osmanlı’da bakanlıkta yapmıştı.

Saray ne yapacagını bilemiyordu.

Bilse de yapacak gücü kalmamıştı.

Yüzüstü düşerken, doğrulup kalkmak zordu.

Osmanlı’nın son başkenti İstanbul,  İngiliz askerleri tarafından sadece işgal edilmekle kalmamış şehrin  hakimiyet  ve yönetimi onların eline geçmişti.

Mustafa Kemal vardı bir yılmayan ve teslim olmayan.

O çareyi Anadolu’da görüyordu.

Düşmana karşı halkı harekete geçirmekten başka yol olmadığını düşünüyordu.

Anadolu’ya geçecek ve halkı  uyandıracaktı. İşgal ancak halkın gücüyle ortadan kaldırılabilirdi. Bağımsızlık halkın sayesinde elde edilebilirdi.

İstanbul’dan güvendiği arkadaşlarıyla birlikte Bandırma Vapuru’na  bindiler.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a  indiler.

Bölgeyi taradılar. Gittikleri yerlerde her meslekten insanla görüştüler.

Erzurum’da, Sivas’da kongreler yaptılar.

Kongrelerin amacı halkın güven ve gücünü kazanmaktı. Vatanın kurtulması için bir Kurtuluş Savaşı gerekiyordu. Bu savaş  ancak halkla ve askerle yapılabilirdi.

Öte yandan..

Düşman Anadolu içlerine kadar ilerlemişti.

Doğu’da Kars ve Iğdır Ermenilerce işgal edilmişti.

Gaziantep, Urfa, Kahramanmaraş, Adana Fransızlar tarafındana işgal edilmişti. Bu şehirlerde Ermeniler’de işgalci konumundaydı.

Antalya, Konya, Burdur’da İtalyan askerleri cirit atıyordu.

İzmir ve civar illerde ve İstanbul’daki kadar olmasa da  işgal altında bulunan Anadolu illerinde de halka zulüm yapılıyordu. Karşı gelenler erkek, kadın, çocuk demeden öldürülüyor ve bombalanıyordu.

Ege’de efeler, Anadolu şehirlerinde de Sütçü İmam , Şahin Bey gibi ve nice isimsiz yiğit işgalcilerle gögüs gögüse çarpıyordu. Ölüyorlar, öldürüyorlar ama şehirlerini teslim etmiyorlardı.

Mustafa Kemal’in amacı olan halk gücü harekete geçmişti.

Sıra Kurtulaş Savaşı’na geldi.

O savaşta halkın ve askerin gücü sayesinde kazanıldı.

Mustafa Kemal Anadolu şehirlerini harekete geçirdikten sonra  güvenli bölge olarak gördüğü  Ankara’ya geldi. Ankara’yı Kurtuluş Savaşı yıllarında karargah olarak kullandı. Sonra başkent yaptı

TBMM’yi açtı.

TBMM halkın iradesi ve yönetime katılması anlamına geliyordu.

TBMM’nin açılmasından üç yıl sonra yeni Türk Devletinin adı dünyaya Türkiye Cumhuruyeti Devleti  olarak ilan edildi.

Önder Gazi Mustafa Kemal’di, Atatürk’dü.

Kurduğu Cumhuriyeti kısa zamanda kurumlarıyla, kurduğu fabrikalarla, halkın güven ve iradesi ile dünyada söz sahibi yaptı.

Atatürk; o büyük devlet adamı, dünyanın karşısında saygıyla boyun eğdiği Atatürk, 10 Kasım 1938 yılında ebediyete intikal etti.

Dün, ebediyete intikalinin  82. Yıldönümüydü.

Kendisini ülke olarak hüzünle ve özlemle andık.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.