Konya
09 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.38
  • EURO
    34.97
  • ALTIN
    2400.3
  • BIST
    10247.75
  • BTC
    61495.99$

TEVAZU VE NEZAKET NEREDE KALDI?..

12 Şubat 2024, Pazartesi 00:01
 Her güzel haslet gibi, tevazu ve nezaket de günümüz dünyasının yitikleri arasına girmeye namzet gibi gözüküyor.
       Tevazu, insan için öğrenmenin ilk şartı olarak bilinir. Bir öğrenci, çok şey bildiğini düşündüğünde kendi bilgisini abartarak yanılabilir. Mütevazi olduğunda, daha fazla çalışma ve gayret etme ihtiyacı hisseder ve böylelikle daha sahici sonuçlara kavuşacaktır.
       Kadim medeniyetimize baktığımızda, bu işin ciddi örnekleriyle karşılaşırız. Eskiden medrese kapılarının boylarını kısa tutarlarmış ki insanlar ilim mekânına kafasını eğmeden girmesinler. 
       Nezaket ise, varoluşumuzu teyit eden erdemlerin başında gelir. İnsana nezaketle davranıldığı zaman aslında o insanın saygınlığı ‘tescil’ edilmiş demektir.
       Nezaketsizlik, öz saygımızı ve güven hissimizi zadeler. Aslında bize kaba davranan biri, ‘Senin yeryüzünde bulunuşunun bir anlamı yok, sana hürmet etmiyorum, dolayısıyla bu kabalığı hak ediyorsun’ demeye getiriyor.
       İhtimam ahlakı, doğru şekilde yaşanmazsa, maalesef tevazu ve nezaket gibi insani değerler bir paçavra gibi kenara atılır. Hatta bu temel değerleri taşıyanlar ‘aptallıkla’ yargılanabiliyorlar. Günümüzün dünyası binlerce örneğiyle doludur.
       Nezaket aynı zamanda birbirimizin hakiki manada komşuluğunu bilmektir. O ahlakı diriltmek, insanın insana muhtaç olduğunu, hepimizin yeri geldiğinde birbirimizin ‘derdiyle dertlenebileceğimizi’ fark etmektir.
         Merhametin ve nezaketin sıcaklığını, önce ailemiz ve yakınlarımızın, sonra bütün âleme, tabiata, hayvanata taksim etmeliyiz.
         Dünya biz insanların birbirimize gösterdiğimiz ‘ihtimam ahlakıyla’ güzelleşir ve hayata hayat olur.
          Tevazu ahlakı ise, kendimizi her zaman yenileyebilmekle ortaya çıkan bir öz saygı ve erdem ilkesidir.
          Kadim değerlerimizdendir, eskilerin güzel bir sözü var: ‘Oldum demek, öldüm demektir.’şeklinde tahlil edilmiş.
          Öğrenecek bir şeyimiz kalmadığında ya da öyle telakki ettiğimizde, ruhumuzun hakikatlere açılan pencereleri kapanmış demektir.
           Çoğumuz, hayatta belli bir olgunluk seviyesine vardığımızda, başka insanlardan öğrenecek bir şeyimiz olmadığını düşünürüz. Oysa diğer insanların da ruhumuza katacakları çok şey vardır. Onlara gönlümüzü ve ruhumuzu açmamız yeterli olacaktır. Birkaç söz, birkaç bakış, dünyayı belki yepyeni biçimlerde görmemizi sağlayacaktır. O zaman her insanla karşılaştığımızda, ‘ben bu insandan ne öğrenebilirim?’ algısı olmalıdır.
            Tevazu armağanı, hayatımızın en zor anlarında ruhumuza esen meltemdir. İnsan olduğumuzu fark ederiz. Hayatımızın kırılganlıkları ve acizlikleri karşısında bizi kendi gerçek benliğimizle yüzleştirir.
                İnsanın kendini bilmesi ve eksiklerinin, acizliğinin farkına varması bu dünyada elde edeceği en büyük erdemlerdendir. Kendi özünü bilmek, kendi kırılganlık ve faniliğiyle yüzleşebilmek…
                Üstünde yaşadığımız dünyaya ne kadar sadık ve samimi olabilirsek o derece ‘tevazu’ ahlakını yakalamışız demektir. Aşık Veysel’in: “Benim sadık yârim kara topraktır.” beyanı bu noktada çok manidardır…
                 Kâinattaki dengeleri altüst etmemizin, ekosisteme böyle zarar verebiliyor olmamızın altında yatan temel gerçek, kendimizden başka hiçbir varlığı önemsemememizden kaynaklanıyor.
                  Aslında biz insanoğlu ‘zübde-i âlem’ olarak yaratılışımızın farkına varabilirsek; hiç şüphesiz insani dengeler adına yapılması gerekenleri bu dünyada yapabiliriz. Çünkü Allah, bizleri bütün varlıkların başına bir dengeleyici ve ustabaşı olarak yerleştirmiştir. Bu kıymetli varlığın da en büyük silahlarından birkaç tanesi ise tevazu ve nezakettir.
                  TEVAZU VE NEZAKETLE YAŞAMAK DİLEĞİYLE…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.