Değişmeyen İnsana Dair
Montaigne, “Denemeler” adlı eserinde şöyle der; “Bir kral da, bir dilenci de aynı iştahla acıkır.” Bana göre bu söz; insanın özüne, insan tarafından kurulmuş dünya düzenine dair çok önemli bir manifestodur. Ancak kendi elimizle oluşturduğumuz düzende bazılarının istekleri, arzuları, iştahları değerliyken, bazılarının ise önemsizdir. Çünkü işin içine güç olgusu girince, arzularını bir nedenselliğine içine koyabilirsin. Bu da senin bir yerden sonra kahraman olmanı sağlayabilir.

Hitlerin yükselişte olduğu dönemde, Berlin’de yaptığı mitinge yaklaşık iki milyon Alman vatandaşının katıldığı söylenir. Yani bir istek, kitlesel kalabalığı yanına aldığında kutsal bir göreve dönüşebilir. Öyle de olmuştur. Almanya ikinci dünya savaşını kaybedene kadar herkes büyük Almanya İmparatorluğu hayali kuruyordu. Sonunda soykırım suçlusu olarak tarihe geçtiler.
Bir güçsüz herhangi birisiyle giriştiği kavgada onu öldürse, ömür boyu hapis ya da idam cezası alabilir. Ama bunu bir savaş adı altında yaptığınızda bu vatan savunması ütopyasına dönüşür ve ortada cinayet diye bir şey kalmaz. Cengiz Han yaşadığı müddet içerisinde yaklaşık elli milyon insanı öldürmüştür. Bunlardan bazıları akla gelmeyecek işkencelerle olmuştur. Tüm bunlara rağmen Cengiz Han, tarih sahnesinde bir kahraman olarak anılmıştır. Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, “zaruri olmadıkça savaş cinayettir” der. Tam olarak işin özü buradadır
Birey olarak bakıldığından insan aklı başında, hemen gaza gelmeyen, kandırılması zor olan olarak görülebilir. Ancak iş kitlesel bir hale dönüştüğünde kandırılmış milyonlarca halk görürüz. Yapıldıktan sonra pişman olan milyonlarca insanla karışılabiliriz. Peki, bunun nedeni nedir? Neden insan bir insanın peşinden gitmek ister? “Toplum sözleşmesi” adlı eserin yazarı Rousseau’nun dediği gibi, “Neden insanlar bir kralı doyurmak için böylesi bir mücadelenin içine girerler?” Bunun bana göre tek bir nedeni vardır. İnsan güce âşıktır. Güçlü olanı karşılıksız sever. Hangi konuda olursa olsun güçlü olana hayranlık besler. Babadan gelen otoriteye karşı savunmasızdır.
Krallık geleneği usulca ölürken, dünyayı yönetenler bir araya geldiler. 20.yüzyılın sonralarına doğruydu bu. Sanayileşme başlamış, insanlar haktan hukuktan bahseder duruma gelmişti. İnsanların içinden, onları uyandıran birçok düşünür ortaya çıkmıştı. Bu durumda muhakkak bir şey yapılması gerekiyordu. Ve bir karar alındı. Antik Yunanda ortaya çıkmış olan “Demokrasi” kavramı yeniden dirildi. Ancak bu kavram tam manasıyla uygulanamazdı. Mutlaka içinin boşaltılması gerekiyordu. Öyle de yaptılar. Ve insanlara siz seçin dediler. Buyurun istediğinizi seçin. Aslında bunun anlamı şuydu. “Buyurun kralınızı artık siz seçin.” Yani değişen hiçbir şey yoktu. İnsanlar kitlesel olarak yine kandırılmıştı.
Sözün özü şudur. Dünyada insan var olduğu günden bu yana. Güçlünün güçsüz üzerindeki hâkimiyeti hiçbir zaman değişmemiştir. Yeni şekiller almıştır ancak öz hep aynı kalmıştır. Örneğin artık kimse kralımız demiyor. Zira bu kelime bize itici geliyor. Onun yerine sayın valim, sayın başkanım, sayın başbakanım, sayın kaymakamım deniyor. Kelimeler değişiyor yalnızca insan değil.