TECRÜBENİN KIRIK KUYULARI
Hayat, insana armağan edilmiş uzun bir yol gibi görünür; fakat gerçekte her adımı, ardında görünmez izler bırakır. İnsan yürüdükçe öğrenir, öğrendikçe de bir şeyler eksilir içinden. Her tecrübe, bize güç verir gibi görünürken aslında içimizdeki en saf yanları birer birer alıp götürür. Çocukken gözlerimizde parlayan o temiz sevinç, ilk düş kırıklığında gölgelenir. Birine güvenip ihaneti tattığımızda, içimizdeki inanç kuyularından biri daha kurur. Her kırılmada biraz daha susuz kalırız; ruhumuzun berraklığını taşıyan kuyular birer birer çatlamaya başlar.
Tecrübe, bize “olgunluk” adıyla sunulur. Oysa çoğu zaman olgunluk, aslında kayıpların toplamıdır. Bir zamanlar koşulsuz sevebilen yürek, artık temkinli sevmeyi öğrenir. İçinde şüphe taşımayan kalp, artık her gülüşte gizli bir gölge arar. Bu da öğretinin en ağır bedelidir: Bilgiyle birlikte masumiyet de yavaşça yok olur. İnsan öğrendikçe büyür, büyüdükçe de eksilir. Ne kadar çok şey bilirsek, o kadar az inanırız. Ne kadar çok şey görürsek, o kadar az şaşırırız. Ve ne kadar çok yanılırsak, o kadar az güveniriz. Her tecrübe, bizden bir damla saflık alır; kuyularımızın dibi görünmeye başlar. Su çekildikçe geriye yalnızca taş duvarlar kalır. İşte o an insan, kendisinin hâlâ aynı kişi olmadığını anlar. Bir yanımızda güç, bir yanımızda yorgunluk büyür. Ve zaman geçtikçe fark ederiz ki, kayıplarımız yalnızca içimizden değil, bakışlarımızdan da izler taşır. Çocukken gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz mavi, sınırsız bir hayaldi. Oysa artık o maviliğin ardında bulutların da yağmur taşıdığını biliriz. Yağmurun güzelliği vardır elbet, ama hayalin saf berraklığını geri getiremez. İnsan öğrendikçe, hayallerinin içine gölgeler düşer. Fakat bu kırık kuyuların sessizliği, bize başka bir şeyi öğretir: Dayanıklılığı. Çünkü kırılmadan toparlanmayı, kaybetmeden kıymet bilmeyi öğrenemezdik. Belki de hayatın en sert dersi budur: Bir şey eksildiğinde, içimizde başka bir şey güçlenir. Saf yanlarımız yitip gitse de, onların boşluğunda derin bir bilgelik filizlenir. O bilgelik, gözyaşlarıyla beslenir; acının gölgesinde yeşerir. İnsanın ruhu, zamanla çatlaklarla dolu bir aynaya benzer. Her çizik, her yarık, aslında yaşamış olmanın izidir. Hiç kırılmamış bir kalp, belki de hiç sevmemiştir. Hiç yanılmamış bir akıl, belki de hiç öğrenmemiştir. Bu yüzden kaybettiklerimiz, yalnızca bizden alınmış güzellikler değildir; aynı zamanda içimize işlenmiş bir derinliğin kanıtıdır. Kuyularımız boşaldıkça, kalan birkaç damlanın değeri artar.
Ve sonunda şunu anlarız: Hayat bizden güzellikler alır, evet, ama onları yok etmez. Sadece başka bir biçime dönüştürür. Çocukluğumuzun berraklığı, bilgelik denen ağır bir hazineye; koşulsuz güven, temkinli sadakate; saf sevinç ise derin bir huzura evrilir. İnsan büyürken eksilir, eksildikçe de derinleşir. Ve belki de asıl güzellik, işte o derinlikte saklıdır.