SÖZLERİN ÖTESİNDE
İnsan, yüzyıllardır kelimelerin büyüsüne inanmıştır. Kelimeler, kimi zaman bir yarayı sarar, kimi zaman en keskin bıçaktan daha derin izler bırakır. Şairler, âşıklar, düşünürler… Hepsi, söze yükledikleri anlamla dünyayı değiştirebileceklerine inanmışlardır. Ancak hayat, bize tekrar tekrar fısıldar: En yüksek sesle söylenen kelime bile, eylemin sessiz ağırlığı karşısında gölgede kalır. Çünkü söz, rüzgârla savrulabilir; ama davranış, toprağa düşen bir tohum gibi kök salar, yeşerir ve unutulmaz bir iz bırakır.
Bazen insanlar, dudaklarından dökülen cümlelerle bir başkasının kaderini değiştirebileceklerini sanırlar. Güzel cümleler kurarlar, vaatler verirler, yeminler ederler… Ama o sözlerin ardı boşsa, yankısı kısa sürer. İnsan kalbi, duyduklarını bir süre taşır; fakat gördüklerini, özellikle de yaşattıklarını ömür boyu saklar. Küçük bir iyiliğin sessizce yapılması, saatlerce edilen nutuktan daha derin bir anlam taşır. Çünkü iyilik, gözle görülür ve kalple hissedilir; kelimeler ise bazen yalnızca kulakta kalır. Sevgi bile, yalnızca dudaklarda yaşayan bir kelime olduğunda solgun ve kırılgandır. “Seni seviyorum” demek kolaydır; fakat yağmur altında şemsiyesini paylaşmak, zor bir günde yanında olmak, sessizce gözyaşını silmek… İşte bunlar sevgiyi ete kemiğe büründürür. Dostluk da öyledir; zor gününde yanında durmayan bir dostun, en içten selamları bile boş bir yankıdan ibarettir. İnsan, dostunu kelimelerle değil, yanında olduğu anlarla tanır. Hayat, sözlerin değil, davranışların sahnesidir. Birinin kim olduğunu anlamak istiyorsan, söylediklerine değil; başkalarına nasıl davrandığına bak. Sessizce sokak kedisini besleyen birini gördüğünde, kimsesiz bir çocukla aynı sofraya oturan birini izlediğinde anlarsın ki bazı kalpler, konuşmadan da hikâye yazar. Çünkü bazen en güzel cümle, hiç söylenmemiş olandır; ama onun yerine yapılmış küçücük bir hareket, sayfalar dolusu kitaba sığmayacak anlam taşır. Çocukken, bize öğretilen ilk şeylerden biri “lütfen” ve “teşekkür ederim” demektir. Ama büyüdükçe anlarız ki, asıl nezaket kelimelerde değil, onları gerçeğe dönüştüren davranışlardadır. Bir kapıyı tutmak, yorgun birine yer vermek, susuz bir çiçeğe su vermek… Bunlar belki gündelik hayatın sıradan ayrıntıları gibi görünür; ama kalbin defterinde, altın harflerle yazılıdır. Kelimeler, çoğu zaman bir niyetin habercisidir; ama davranışlar, niyetin ete kemiğe bürünmüş halidir. Birinin sana “Yanındayım” demesi güzeldir; fakat kapına geldiğinde, üşüyen ellerine sıcak bir fincan uzattığında, işte o zaman anlarsın ki söz, yalnızca bir gölgedir, asıl gerçek eylemin ışığında saklıdır.
Hayat, bize defalarca kanıtlar ki kelimeler zamanla unutulur, ama davranışlar hafızada kök salar. Birine ettiğin yardım, söylediğin güzel bir sözden daha uzun yaşar; çünkü dokunduğun hayat, artık senin izini taşır. Ve belki de bu yüzden, bir gün kim olduğumuzu anlatacak olan şey, söylediklerimiz değil; sessizce yaptıklarımız olacaktır. Söz, kulağa hitap eder; davranış, kalbe. Ve kalp, asla unutmaz.