Konya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.55
  • EURO
    35.04
  • ALTIN
    2437.7
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64582.95$

SÖYLESEM TESİRİ YOK, SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL

03 Ağustos 2022, Çarşamba 00:00

Bir dost, sitem mi desem, uyarı mı desem bilemedim, düşündürücü bir söz söyledi. “Ölülerle yaşamak kolay, gücün yetiyorsa dirilerle yaşa!” Ama çok düşünmeme gerek kalmadı. Allah’a şükür henüz hafıza kaybına uğramadım, dirilerle yaşamanın ve yaşarken neleri kaybettiğim gözümün önüne geldi. Aslında öyle insanlar var ki, ölüsüyle dirisi arasında bir fark yok. Yani içinde ölenler ve dışında ebedi hayata göç edenler.

Düşünsenize, hatıranızda, hafızanızda sisler içinde boğulmuş, yok olan yaşayanlarla,  dışında gerçekten ölenlerin ne farkı var? İkisinin de sana faydası yok, seninle ihtiyaç kadar bile konuşması yok veya senin konuşmaya ihtiyacın yok. Ne sesleri sana şifa ve içini ısıtıyor, ne de ışıkları yolunu aydınlatıyor, ağır bir yükten başka bir işe yaramayan yaşayan ölüler.

İnsanız, topluca yaşıyoruz. Bu nedenle, istesek de, istemesek de hepimizin içinde farklı insanların hikâyeleri var, şahit olduğumuz, hayatına dokunduğumuz. Acaba kaç kişinin hikâyesi aklımızda diye kendime sordum ve gördüm ki, birçoğu değil, birlikte yaşadığım iyi ya da kötü bana katkısı olan herkesin olduğunu gördüm. Çok azı iyi bir anı bırakmış ve hala bırakmaya devam ediyor, iki çift güzel sözü kalbime hoş geliyor, görmesem bile sesi ruhuma şifa oluyor ve görmesem, sesini duymasam rahatsız oluyorum. Birçoğu ise sisler içinde boğulmuş, oralardan çıkardım getirdim ve tekrar getirdiğim yere gönderdim.

Çünkü bazı insanlar var ki, adını duyunca veya aklına gelince yüzüne bir ferahlık hissi, bir gülümseme gelmiyor, kalbin yumuşamıyor.    

Yani kimi insan insanın şifası, kimi insan yaşanmışlıklar olsa da zehir gibi oluyor. Ama bunun her ikisine de ihtiyaç var demek ki. Sislerin arasına gönderdiklerin, kalbine, ruhuna hoş gelenlerin kıymetini bilmeni ve onları araman gerektiğini, sahip çıkman gerektiğini anlatıyorlar.

Vietnamlı fotoğraf sanatçısının güzel bir sözü var. “Çektiğiniz fotoğrafın hikâyesini bilirseniz iyi fotoğrafçı olursunuz.” Aslında uzun zamandır yaşadıklarımdan dolayı yazmak ve söylemek istediklerim sanki bu sözün içinde saklı. Bu sözü ben kendimce insanlarla yaşanılan hatıralara çevirdim ve sözün özüne, söylemek istediğime ulaştım. “Yaşadığımız ve şahit olduğumuz şeyleri öğrendikçe, iyi insan seçmeyi, değer vermeyi ve değer görmeyi öğreniyoruz.” İnsana dair, iyiliğe dair hikâyeler biriktirmeye başlıyoruz. Çalakalem yaşanan ilişkilerden ise kopuyorsun.

O kadar çok çalakalem yaşanan hikâyeler var ki, bazı insanlar onlardan kopmayı, onlarla hikâyeleri biterse fakirleşeceğini arkadaşsız kalacağını zannediyor. Korkmayın, yanınızda kısıtlı insan kalsa bile değer veriyor, değer görüyorsanız, en zengini sizsiniz, kalbiniz yorulmaz, kulaklarınız tırmalanmaz, aksine yüklerden kurtulmuş olursunuz.

Derdim bu işte, ben bir türlü bu yalanların, riyaların, menfaatleri için takla atan ama menfaati yerine gelmeyince küsen, hikâye olmuş sisler içine atılan insanların yüzünden bu dünyaya yerleşemedim. Ne yapayım, içim durulmuyor, sızılarım dinmiyor. Korkarım dinmeyecek de, ben de burada böyle yazıp duracağım.

İstiyorum ki insanlar, Sadece kendi ayağına basıldığı zaman değil, başkasının ayağına basıldığı zaman da o insanın acısını duysunlar. İstiyorum ki, kendi hikâyeleri kadar başkalarının da hikâyesi olduğunu bilsinler. İstiyorum ki kendi düşünceleri kadar başkalarının düşüncelerinin de olduğunu bilsinler. İstiyorum ki, malın mülkün ve makamların geçici şeyler olduğunu bilerek insanlara statü farkı koymasınlar.”

Bir derdim var, o dert ki; insanlığı, insan olmanın gereğini, vefasızlığa vefayı, kine öfkeye karşı merhameti, hiddete karşı itidalli olmayı, nefse karşı aklı, akla karşı ahlakı, isyana karşı hürmeti öğrenme, paraya, mala ve insanın insana taparcasına davranması yerine, malın ve mülkün tek sahibi olan Allah’a tapmaları gerektiğini anlatma derdim var.

Namım yok, şöhretim yok, mesleğim ve sıfatım da yok, mülk ve para derdim de yok. Zamanla anladım ki, dert sandıklarımın hiç biri derdim değilmiş. Bir derdim varmış, kendim, insanlık ve toplumda ortak yaşamlardan gördüklerimi kendimce anlatmak ve yazmakmış. Bu benim görevim mi bilmiyorum ama insan kayıtsız kalamıyor işte. Eğer bunu da kusur olarak görüyorsanız, bu da benim kusurum olsun. Ama ne gariptir ki, havan da su dövüyoruz ve en üzücü yanı da, Fuzuli’nin söylediği gibi, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” ama yine de pek çok şey için susmak, içime sinmiyor.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.