GÖSTERGELERİN SÖYLEDİĞİ
Her ne kadar günümüzde sürücülerimizin bazıları aynaları birer aksesuar veya araç içerisinde makyaj tazelemeye yardımcı nesneler gibi görse bile araç kullananlar aynaların trafik emniyeti ve sürücü güvenliğine katkısını bilirler. Bir ayna araba için ne ifade ediyorsa öncü göstergeler terimi de ekonomi için onu ifade eder. Ekonomi ile ilgilenenler Amerikan tarım dışı istihdam oranının veya tüketici güven endeksinin açıklanacağı günlerde piyasalarda nasıl bir gel-git olduğunu sanırım biliyorlardır.
Bunlar gibi her ekonominin kendine özgü onlarca verisi periyodik olarak düzenli açıklanır ki geleceğe ait öngörüler ve planlamalara ışık tutsun. Tüketici veya reel kesim güven endeksleri enflasyon rakamları para ve maliye politikalarına ait gerçekleşme rakamları para piyasası kurulu açıklamaları cari açık merkezi bütçe açığı vb.
Her biri bir diğeri ile etkileşim içerisinde olan bu rakamları anlamak yorumlamak adeta yüzlerce parçadan oluşan bir yapboz resmi oluşturmak kadar zaten zor iken Trump gibi dünya ekonomisini doğrudan etkileme gücüne sahip bir oyuncunun sahada olduğunu düşünün. Akşamdan sabaha karar değiştiren diplomasinin kurallarına uymayan bağımsız kurullara hakaret eden gelişigüzel kararnamelerle insanları görevden alan göreve atayan Sayın Trump’ın döneminde bu öncü göstergeler ne denli işe yarar açıkçası bilmesem de ben Türk ekonomisine ait göstergeler ışığında neredeyiz, ne beklenmeli konusuna değinmek istedim.
Reel güven endeksi Temmuz sonu itibarıyla toparlanmaya işaret etse de alt kalemlerde uzun dönem ortalamalarının altında bulunuyor. Bu beklenen güven ortamının oluşmadığını özellikle yatırım harcamalarının hâlâ düşmeye devam ettiğini teyit ediyor. İç talepte yaşanan düşüşe bağlı stoklar artarken ihracat tarafında siparişler geçmiş dönemin altında kalsa dahi hâlâ devam etmekte. İç talep düşüşü istihdam beklentilerine olumsuz yansıyor ancak TÜİK’e ait Temmuz rakamlarına göre işsizlik düşmüş durumda.
Gıda içecek sektörü eczacılık ve plastiğin bazı alt kolları haricinde neredeyse tüm sektörlerde kapasite kullanım oranları uzun dönem ortalamaların altında seyrediyor. Uygulanan para politikası gecikmeli olsa dahi iç talepte bir yavaşlama ve düşüşe sebep oldu, bu göstergelere yansımış durumda fakat maliye ve reform ayağı tamamlanmamış olan bu politikaların faizlerin düşürülmesi sonucunda ne yöne evrileceğini kestirmek mümkün değil. Sabit gelirleri (maaşlar) ve kuru baskılayarak talep ve maliyet enflasyonunu düşürme yolu izliyoruz ama göstergeler diyor ki maliyet artışları buna rağmen devam ediyor ve kârsızlık sorunu ile yüzleşen bir imalat sanayi gerçeği ortaya çıkıyor.
Buna finansman maliyetlerini ve ihracattan elde edilen gelirlerle maliyet artışlarını karşılama problemini ilave edince, karamsarlığın sebebi belli oluyor. Bazı sektörlerde öyle fiyatlamalar oluşmasına sebep olduk ki çoğu Avrupa ülkesi bizden ucuz hale geldi. Korona sonrası dünyada oluşan talep patlamasından olumlu etkilenen birçok sektörümüz artık sahip oldukları pazarı kaybetmemek adına bazen zararına ticaret yapmaya devam ediyorlar.
Verimlilik, otomasyon gibi alanlarda küresel rakiplerimiz bizim çok ötemizde. Yatırımlar yaparken biz hep düşük maliyetli işgücümüze güvenerek devam etmeye çalıştık. Şimdi geldiğimiz noktada işgücü maliyetlerimiz kur düzeyine baktığımızda düşük değil. Buna rağmen öyle büyük hayat pahalılığı söz konusu ki ne işgücü ne işveren halinden memnun değil. İşgücü maliyetinin yüksek olduğu tekstil, hizmetler gibi sektörleri anlamak belki mümkündü ama diğer alanlarda başını alıp giden fiyatların bir izahı yoktu. Öncü göstergeler kısaca diyor ki, satın alma gücünü kaybeden sabit gelirliler enflasyonu düşürme görevinin tüm yükünü üstlenmiş durumda. Böylece faizler de düşmeye devam ederken, kurda maliyet enflasyonu oluşturmasın diye baskılanacak. Mali politikalar ve reformlar tarafı ise tamamen siyasi iradenin karar vereceği bir konu. Arabayı kontrolsüz bırakarak öyle çok toz-duman kaldırdık ki aynaya bakınca bir şey görmek de mümkün olmuyor.