Dostluk Testi…
Herkesin hayatında bir “hayal kırıklığı albümü” vardır…
Kimisi çocukluk arkadaşını koyar içine…
Kimisi okul sırasını paylaştığı dostunu…
Kimisi “biz kardeşiz” dediğini…
Ama en çok da “vazgeçilmez sandıklarını”…
Meğer hayat, insanı en çok “vazgeçilmez” dediklerinden vururmuş.
Ben de nasibimi aldım tabii…
Hani hep derler ya, “veren el, alan elden üstündür” diye…
Ben yıllarca “veren el” olmaya çalıştım…
Elimi uzattım, kalbimi açtım, sırtımı dayadım, omuz verdim…
Hatta bazen hamster misali, aynı çarkın içinde dönüp durdum…
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşadı da, ben o yılanın zehrini bile kendime çektim.
Karşılığında ne bekledim biliyor musunuz?
Ne servet…
Ne şöhret…
Ne de “aman efendim” diye başlayan cümleler…
Sadece biraz ilgi…
Biraz sevgi…
Biraz şefkat…
Biraz da güven…
Bu kadar.
Ama işte…
Bu “biraz”ı bile çok görenler oldu.
36 yıl gurbet…
36 yıl biletini tek gidiş almış bir yolcu gibi yaşamak…
İnsana çok şey öğretiyor.
Telefonun çalmadığı doğum günleri…
Bayramda hatırlanmayan isimler…
Meğer “sen bizim için çok değerlisin” diyenler, aslında “bizim için” kısmında sadece kendi menfaatlerini kastediyorlarmış.
“Öküz öldü, ortaklık bitti” atasözü var ya…
Türk Dil Kurumu hâlâ yanına benim adımı dipnot düşmedi, şaşkınım!
Aradan yıllar geçiyor…
Bir bakıyorsun, telefonda tanıdık bir ses:
— “Yaa, senin telefonunu kaybetmişim. Aslında seni hiç unutmadık… Bir ricam olacaktı.”
Bak hele!
Telefonu kaybediyor ama cüzdanı hiç kaybetmiyor mesela…
Hatıralar buharlaşıyor ama ihtiyaçlar taptaze…
Hafıza kaybı, menfaat hatırlanınca mucizevi şekilde düzeliyor.
Ben de yıllarca onların kalbini kırmamak için…
Kendi kalbimi kırdım.
Ama yaş aldıkça öğrendim…
“Hayatta en zor iş, insanı üzmeden reddetmektir” derler.
Ben onu da öğrendim.
Artık kırmadan, dökmeden, tebessümle…
Geçiyorum.
Çünkü fark ettim ki…
Hayat, iki devreli bir futbol maçı gibi.
İlk devrede golü sen yiyorsun, ikinci devrede intikam almıyorsun.
Çünkü final maçı, bu sahada değil…
Başka bir yerde.
Ama ne mutlu bana ki…
Bu yıllar bana “tescillenmiş dostluklar” da kazandırdı.
Din, dil, ırk fark etmedi…
Yürek bir attı, gönül bir oldu.
Ve gördüm ki, gerçek dostlukta ortak payda sadece “insan” olmak.
Gerçek dostlar…
Sana ihtiyacı olduğu için değil, seni istediği için arıyor.
Sadece düştüğünde değil, ayağa kalktığında da yanındalar.
Bugün?
Çıkara dayalı dostluk teklifleri mi?
Gülümsüyorum sadece…
Bazen kendi kendime mırıldanıyorum:
— “Üzgünüm, kontenjan doldu.”
Hayat bana bir şey öğrettiyse…
Kimi zaman susmak, en büyük cevap.
Ve inanın…
En güzel intikam;
“BENİ KARŞILIKSIZ seven CANLARIM ile MUTLU olmak”