Konya
10 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.24
  • EURO
    34.85
  • ALTIN
    2436.0
  • BIST
    10268.58
  • BTC
    62856.91$

Tarih’in Görmezden Gelinen İkazı (1)

28 Mayıs 2020, Perşembe 10:37

Bu yazımda Kafkas Halklarının Trajik Tehcir Hadisesi Anadolu’nun Arkeolojik Kalıntıları Üzerine değineceğim.

Ramazan’ın son iki orucunu tutacağımız sahur vaktini Rabbim hayırlara vesile etsin. Bu mübarek ayın kutsallığı hürmetine üzerimizdeki şu salgının afetinden insanlığı korusun. TV’de Avaz Kanalını izledim. Kafkas Halklarının Ruslarla yaptıkları kahramanca mücadelenin trajik ve hazin öykülerini dinleyince, şu insan denilen varlığın başına gelmeyen trajedi, yaşanmayan acı kalmamış, dedim kendi kendime. Tek amaçları asırlardan beri yaşamış oldukları topraklarına, yurtlarına başkaları tasallutta bulunmasın, çapulcu ve eşkıyaların yağma ve soygun alanı haline gelmesin, onurluca, başkalarına bükülmeden yaşayabilelim diyen toplulukların, benim olsun küçük olsun değil, bizim olsun büyük olsun anlayışına yönelmeleri gerekir.

Tarih bize şu gerçeği haykırıyor: Aynı dine, inanca, dünya görüşüne sahip olan topluluklar birlik olamayıp kabile ve boy birlikleri halinde ya da etnik grup halinde başlarına buyruk yaşayıp millet, ümmet olamayıp bir müşterek devlet kuramadıklarında -en azından birbirini kollayan ittifaklar oluşturamadıkları- ne kadar kahramanlık gösterseler, fedakarlıkta bulunsalar, binler şehit verseler bile başkalarının avı olmaktan kurtulamıyorlar.

Hucurat Suresi 13. Ayeti doğru anlamak gerekir. İnsanlar birbirinden ayrışmak için farklı renk ve tipte yaratılmadı, kaynaşsınlar, birleşsinler diye yaratıldı. Yüz ok, teker teker kırılır ama üç, 7, 40 ok kırılmaz. ‘Birleşebilirse sivrisinekler, bir arslan’ın bile gönün yüzerler”. Yenilen, dağılan, parçalanan ve tarihten silinen ne kadar toplum, millet, ümmet ve devlet varsa birlikte ve ortak yaşama kültürünü oluşturamayan, birbirlerine katlanamayıp ayrışan, siyasi ikballeri adına hasımlarıyla bile birlik olmaktan arlanmayıp kardeşlerini, dindaşlarını, ırkdaşlarını vurma bedbahtlığına düşenlerdir. 

Kafkas halklarının her biri, sıcak denizlere inmek isteyen amansız düşmanları olan Rus Çarlarıyla 18. Asrın sonuna kadar mücadeleleri sürmüş, neticede bu bölgenin halkları nüfuslarının çoğunu sayısız savaş ve çatışmalarda kaybetmiş, sağ kalanların büyük kısmı Müslüman coğrafyalara göç ettirilmiş, şu an o topraklarda kadim düşmanlarıyla savaşmanın kendilerinin aleyhlerine olduğunu kabullenen kesimler yaşayabilmektedirler.

Kafkas Halklarının Trajik Mücadelelerinden zihnime takılıp da beni bu günlüğü yazmama neden olan ifadelerden de söz etmek isterim. Kafkas kökenli bir dernek üyesi hamım, 1861-1967 yılları arasında Şeyh Şamil’in uzun süren mücadelesinde esir düşmesinden sonra Çar I. Nikola’nın ve Osmanlı Sultanı Abdulaziz’in anlaşmasıyla Kafkas Halklarının yurtlarından başka coğrafyalara tehcir edilmesi kararı çıkar. Karadeniz’in Kuzey Doğu sahillerine yığılan halk ulaşıma elverişli olmayan ve istiab haddinin üzerinde yolcu bindirilen gemilerle Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna ve Köstence limanlarına doğru denize açılırlar.

Haftalar süren yolculuk sırasında sıkışıklık, izdiham ve açlıkla gayrı insani duruma, yani susuzluğa dayanamayan yaşlılarla, bebekler ölürler. Ölenler denize atılmaktadır. Anneler ölen bebeklerini denize atmamak için onları göğüslerine tutup emziriyor görüntüsü verirler. Ancak birkaç gün sonra kokmaya başlayınca ellerinden alınıp denize atılmaktadır. Bu sahneyi kaldıramayan bazı anneler de denize atlayarak intihar ederler.

Hadiseleri anlatan dernek mensubu bayan, 1992 yılında atalarımızın anlattığı, kendisinin hiç görmediği ata yurduma gittiğini anlatırken, “Uçak mı helikopter mi olduğu belli olmayan bir hava aracıyla yukarıdan dağlarımıza bakarken sanki her kayanın arkasından bir atlı çıkacakmış gibi bir hisse kapıldım”, diyor.

Düşmanını bile saygıya mecbur eden ama 1859’de yenilerek esir düşen ve Çarın izniyle 1869’da Hacca giderken İstanbul’a uğrayan Şeyh Şamil’i, Sultan Abdülaziz Galata Rıhtımında törenle karşılayıp, “Şeyhim, babam Mahmut Sani (II) mezardan kalkıp gelseydi, bu kadar heyecanlanmazdım”, der. O da “sultanım bana uzatılan bu eli 1853’te (Sultan Abdülmecid dönemi) Kafkasya’da biz çok bekledik, o el ancak şimdi uzandı”, der. 1870 Ocağında Hacca gitmek için İstanbul’dan ayrıldı. 1871 yılında da Medine’de vefat etti. (TDV Ansiklopedisi).

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.