Konya
14 Mayıs, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.27
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2427.1
  • BIST
    10092.63
  • BTC
    61844.16$

Osmanlı Medeniyetine Su Medeniyeti Denir (2)

23 Ocak 2020, Perşembe 08:52

Kaf­kaslardaki Don ve Volga Nehirlerini birleştirme, Ka­radeniz’i, Hazar denizi ile buluşturma, Akdeniz ve Kızıl­deniz’i birbi­rine ulaştırma projeleri üretmişler ama dünyanın o dönemdeki karışıklıkları ve bütün Avrupa’nın Osmanlıya karşı hasmane bir tutum izleyip, devamlı savaşlarla meş­gul etmelerinden dolayı hayata geçirilememiştir.(1) Os­manlı su medeniyetidir.  Türk asıllı Fuzûlî’nin “Su” kasi­desi malum dünyaca meşhur­dur. 

Divan Edebiyatında suyun özel bir yeri vardır.  “Ma” Arapçada su demektir.  Su üzerine yazılan şiirlere, bu hecenin çoğulu olan “Miyah” dan “Miyahiye” denmiştir ve birçok türü ile işlen­miştir. 

Divan şiirinde; mâ’ül-hayât, aynü’l-hayât, âb-ı bekâ, âb-ı câvidânî, bengisu gibi “ölümsüzlük” manasına gelen kelime­ler çok kullanılmış, şiirlerde, beyitlerde, gazel­lerde, mersiye­lerde, divan edebiyatının her türünde suya farklı bir kıymet atfedilmiş, edebî sanatların her dalında ince bir anlayış, bediî bir ruh, lâhûtî bir duygu yoğunluğu suyla imtizaç ettirilmiştir.

Efsaneye ve nâkılan-ı ahbar’a (rivayete) göre; Hindis­tan’da en büyük, en güçlü hükümdarlardan biri bu ab-ı ha­yat (ölümsüzlük suyu) sözünü çok duymuş, kafasına takmış, il­lâki bulmak gayretine girmiş, yanına veziri olan Hızır’ı ve kumandanı olan İlyas’ı alıp aylarca, dağ, tepe, vadi, ova ara­mışlar ama bir türlü bu­lamamışlar.  “Beraber gezersek bunu bulmak mümkün olma­yacak, ayrılalım ve üç koldan ara­mış olalım, belki buluruz” kararıyla ayrı ayrı ara­maya başlamış­lar. Bir müddet sonra bir su kenarında Hızır’la İlyas buluşmuş ve tuttukları balığı kızartmışlar yemeye başlayacakları es­nada, yanlarında akmakta olan sudan Hızır elini yıkamış ve sofraya yanaşır­ken, elinden bir damla su, kı­zarmış balı­ğın üstüne düşünce, balığın hemen canlanıp, hopla­yıp zıplamaya başladığını gör­müş­ler ve ab-ı hayatın bu su olduğunu anla­mışlar.  Kana kana içmişler, hükümdarı çok aramış­lar ama bir türlü bulamamışlar.

 

Dolayısıyla bugün bütün dünya dillerinde, her mille­tin kül­türünde olan efsanelerde(2) bu iki zatın berhayat yani yaşı­yor ol­maları bundan dolayı imiş.  Bu olay 6 Mayıs günü ce­reyan ettiği için, baharın başlangıcı olduğu kabul edilen bu tarihte, yani Hıdrellez (Hızır ve İlyas kelimele­rinin birleşti­rilmişi) günü yine buluşurlar Hızır kara­larda, İlyas denizlerde ne gibi işler yaptıklarının mü­tala­asını ve muhasebesini ya­parlarmış. (3)

İtalyan ediplerinden Etmondo de Amicis “Costantinople-İstanbul” adlı eserinde ise Türklerin genel ahlâkı hakkında şöyle bilgi vermektedir:

 “Şark memleketlerinde birçok seyyahlar dolaşmış, Frenklerden bir haylisi Şark’a yerleşmiş ve ömürlerini hep oralarda geçirmişlerdir. Bütün bunlar o hıfzıssıhha sistemi­nin faydalarına bizzat kani oldukları halde, o usuller Av­rupa’da adeta meçhul kalmıştır.  Meselâ Paris’in birkaç ha­mama sahip olması 50 senelik bir meseledir.  Londra’da, Dublin’de, Edinburg’da, Berlin’de, Viyana’da, İtalya’da, Hollanda’da ve İspanya’da hamamın ne olduğu pek malum değildir. ”

“Şimdi Müslüman Türklerin sıhhi tedbirlerinden hâsıl olan huzur ve rahat üstünlüğünü, Frenklerle mukayese ede­rek anlamak için, her iki tarafın halk kitlelerini gözlerimizin önüne getirelim: Bir tarafta sünnet olmak ve vücuttaki tüyleri izale etmek, saçları kesmek, geniş elbiseler giymek, günde 5 vakit abdest almak, her tabi ihtiyacın def’ini müteakip yı­kanıp temizlenmek, yemekten sonra el ve ağız yıkamak, her hafta ev temizlemek, haftada bir kere ekseriya birkaç kere hamama gidip, gayet ucuz yıkanmak gibi âdetleriyle Türkleri görürüz ve diğer tarafta da; Sünnetsiz, bütün vücudu kıllı, muhtelif derecede uzun ve kirli, saçları yağlı ve pomatlı, hava cereya­nına mani olacak kadar daracık ve vücutlarına yapışık elbi­seli Frenklerin, günde ancak bir yahut iki defa ellerini yıka­yarak, her türlü tabii ihtiyaçlarını def ettikten sonra, hiçbir taharete riayet etmeyerek üçüncü derecedeki şehirlerde pek malum olmadığı halde, nüfusun onda doku­zunu temsil eden köylerle kasabalar da tamamıyla meçhul ve Avrupa hükümet merkezlerinde henüz pek pahalı olan, ılık banyolarını ender yaparak arz-ı endam ettiklerine şahit oluruz. ”

 

Dipnotlar:

1- Nevzat Kösoğlu, “Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine

        Düşünceler”, Ötüken Yay. Ank. 1997, s. 210, 242,

2- Kur’an’da İlyas Aleyhisselamın ismi geçmekte (En’am 85, Saffât 123,

        130), Hızır Aleyhisselamın da Hz. Musa ile olan Kıssası Kehf Sûresinde

        uzun uzun anlatılır.

3- İskender Pala, “Divane Güzeller”, Kapı Yay. 2004, İst. s.164.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.