Konya
10 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.24
  • EURO
    34.77
  • ALTIN
    2445.5
  • BIST
    10235.98
  • BTC
    60827.75$

KÖLELİK BİTTİ Mİ?

17 Ağustos 2016, Çarşamba 08:38

Hayır, kölelik bitmemiştir. Bir zamanlar zorla köleleştirilen insanlar/beyinler şimdi gönüllü bu işe yatkın hale getirilmek suretiyle bunun bir parçası olarak hayatlarını devam ettirmektedirler. Köleleştirende köleliği kabul edende çıkarların kesiştiği yerde buluşmaktadırlar. Ancak esas kazançlı olanda bizzat köleleştirmeyi başaran güçtedir.

Bilhassa günümüzde sömürgeci güçlerin kendi emperyal alanlarını/tabanlarını genişletmek maksadıyla kendi çıkarlarına kim karşı ise onları bertaraf ederek her şeyi kendi kontrolleri altına alma anlayışından ve başta ekonomik kaynakları kullanmak aç gözlülüğünden kaynaklanan bir ideal/yaklaşım biçimi olan bu anlayış, insanları bir nevi mankurtlaştırarak sadece efendilerine hizmet etme anlayışını onda yer edindirmeye ve kendi efendisi dışında tüm otoriteye karşı gelmeye adapte etme biçimine ruhsal ve psikolojik yönden hazır hale getirerek/büründürerek, hem insanları benliğinden uzaklaştırıp kendine hizmet ettirmeyi hem de insanlığın insani olan yönünü dejenere etmek suretiyle de insanlığa en büyük düşmanlık beslediğini de böylece ispatlamış olmakla bu topyekun aileye (insanlık ailesine)ihanet etmiş olacağını da belirterek, emperyalizmin dünya barışı için ne denli bir tehlike arz ettiği de bu vesileyle belirtmek isterim.

Mankurtlaştırma; bir kendi iradesiyle olduğu gibi birde zorla yapılan, güç kullanarak yapılan yönü vardır. Günümüzde savaşların boyutu değiştiğine göre esas mesele siyasi, ekonomik ve teknolojik stratejik gücü, elinde bulunduran devletlerin bu yönlerinin kendilerine sağladığı çıkarları dünyayı peşkeş çekme arzusuyla hiç çekinmeden insanları ya öldürme ya da kendilerine bağımlı kılma yollarından birinden hareketle aldıkları kararlarla bunları eyleme dönüştürmeleridir.

Benim burada bahsetmek isteğim mesele; gönüllü kölelik zihniyetini şahsen benimseyenlerin takındıkları tavır ve gösterdikleri sözde sureti haktan tutumlarıdır. Ülkemizin yakın tarihini inceleyenler göreceklerdir ki, ilgili zamanda hangi devlet güçlü ise, onun bir nevi hayranı olma ve taklidini yapma, takip etme hastalığı, yani bir çeşit batılı olma hayranlığı bilhassa kendi kültürel değerleri yerine, yabancıların kültürleriyle kendini donatanlarda daha bariz bir hal almıştır. Malumunuz Lozan’da imzalanan antlaşma ile biz, batılılardan kurtulduğumuzu zannederken hatta zannettirilirken gâvurların daha bir şekilde anakonda yılanı gibi üstümüzde çöreklendiklerine şahit olduk. Hani 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros mütarekesinin 5.maddesi var ya; İtilaf devletleri gerekli gördükleri her yeri işgal edebilirler, hükmü gereğini bize aslında Lozan’da uygulamışlardır. Hem de her alanda. Öyle bir işgal ki, kalk altından kalkabilirsen, çık içinden çıkabilirsen. Bakmayın siz okullarda okutulan Lozan şöyle zafer böyle zafer yazmalarına. Anadolu topraklarından kovduğumuz tek dişi kalmış bu sefer takiyyeci olarak ve çakma doldurma dişleriyle ve tırnaklarıyla bizi kıskaç içine alıp yengeç gibi kucaklamıştır. İşte bu kuşatma ve kucaklama ile de Anadolu’nun bağrında düşmanın emellerine hizmet eden misyoner okullarının faaliyetlerine göz yumulmuş bu okullar emperyalizmin ülkemizdeki yedi kollu şamdanı ve Türk Kültürünün en büyük düşmanı olmuştur.

Bu okullardan yetişenler aldıkları kültürel konjonktür gereği tüm emeğini bu ülkelerin menfaatlerine hasreden bireyler olarak yetiştirilip devletin üst düzey yöneticiliklerine uluslararası gizli teşekküllerin/mahfillerin yöntemleriyle gelmişler ve sözde adına cumhuriyet demokrasi kılıfları uydurularak birde buna meşruiyet kazandırmak istemişlerdir. İşte bu okullardan biriside Amerikan Robert kolejidir. Aslında resmen bir misyonerlik okuldur. Türk Siyasi hayatında üst rol oynayanların çıkış yaptıkları ve yetiştikleri okulların başında yer alan bu okulun öğrencilerinden birisi de Ecevit’tir.        

Amerikan emperyalizminin önemli kuruluşlarından olan USIS bursu ile amerikaya davet edilen ilk Türk gazetecisi unvanına sahip olan Ecevit’in seçilmesinde; iyi İngilizce bilme, gençlik heyecanı, liderlik yeteneği vs.dir. Ama asıl gaye burada; bu ülkeye karşı bilinçaltında oluşturulacak bir hayranlıktır. Yani kaleyi içten fethetme içgüdüsüdür. Tüm seyahat masraflarının karşılandığı,20 dolar yevmiye verildiği o zamanların insanın aklını başından alan böyle bir yöntemin, rol dağıtımı ve modeli için iyi bir uygulama olduğunu sezinleyen Amerikan misyonerlerinin bu fırsatları değerlendirerek günümüzde nasıl bir emperyal ejderhaya dönüştüğü ortadadır. Bilahare Rockfeller Vakfı’nın yazarlara mahsus bursundan da yararlandığını söyleyerek Sayın Ecevit’in sözü şuna getirmek istiyorum.(Not: Aynı burs yöntemlerinden Sayın Demirel’de yararlandırılmıştır.)

CİA destekli eğitim programları ile Amerika’ya sırtını dayayanlar, artık onun kılıcını çalar-oynar duruma getirilmişlerdir. Bu arada Bilderberg Grup gibi aslında bir mason kuruluşu olan ve anlamı Dünya Hükümeti olarak ta bilinen uluslararası gizliliği olan bir örgütün faaliyetlerine katılarak onların birer kuklası/kölesi olma ve kendi hürriyetini askıya alma gibi bir vahim durumla da(bize göre) karşılaşma ve tamamen kendi benliğini izole etme zihnine bürünme yöntemiyle de, insanların kendi merkez konumlarından nasıl uzaklaştırıldıklarına şahit oluyoruz. Bu uluslararası ilişkiler o kadar ve karmaşık bir yapı ki; kimin kimle dost olduğunu anlamak için basiret gerekir. Aslında dost yoktur kısaca menfaat vardır da hadi biz onların tabiriyle ve laik söylem yaklaşımıyla dost! Diyelim. Aklıma gelmişken şunu da söyleyim. Hani şu bize Amerikan tarafından teslim edilen İmralı boğası Apo var ya işte bize paketlenip teslim edildikten bir ay sonra da, Pensilvanya’ya malum şahıs gitmiştir. Sanki al gülüm ver gülüm hesabı. Parçalar bütünün habercisidir der, Hz. Ali efendimiz. Birleştirin öyleyse pazılın parçalarını…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.