Konya
14 Mayıs, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.27
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2427.1
  • BIST
    10092.63
  • BTC
    61844.16$

İLK İCAT EDENLER (4)

14 Ocak 2021, Perşembe 09:29

Çalar Saatlar:

Basit de olsa Antik dönemlerde Mısırlılar, Yunanlılar güneş sa­atleri yapıp kullanmışlardır. Fakat onu geliştirenler de yine Müslü­manlar olmuştur. Çünkü namaz saatlerinin bilinmesi, bayram günle­rinin tespiti, ramazan ayının başlan­gıç ve bitişinin hesaplanması gibi sebeplerden dolayı, Müslümanların vakit ve zaman hassâsiyeti dini bir vecîbe olmuştur. Bu yüzden onlar astronomi konusu ilgi alanları olmuş, bu hususta bilinenleri daha da geliştirip, Avrupalılardan çok önce bu ilim dalı üzerinde çalışmaya başlamışlardır.

 

Güneş saatleri husûsunda 9. Yüz­yılda eser yazan, âlet yapan el-Mahânî’nin yazdıkları ve yaptıkları ile Avrupalı Chris­toph Clavius (1537-1612) ve Jean Babtiste Delambre’nin yaptıkları tıpa tıp örtü­şüyor ama Avrupalılar mûcit ve kâşif kabul edilmişlerdir.(1)

Prof. Dr. Fuat Sezgin, “İslâm’da Bilim ve Teknik”, isimli enfes eserinde, her türlü saatin ilk olarak İslâm âleminde yapılıp icat edil­diğini kaydeder ve “Dakikaları ölçen ilk saat 12. Yüzyılın başında İslâm dünyâsında yapılmıştır der.”(2) Abbâsî Halîfesi Hârun Re­şid’in Kral Şarlman’a gönderdiği çalar saat yine târihi kayıtlara geçmiş, meşhur olmuş bir saat meselesidir.(3) Bunun mekanik bir saat olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Çünkü İslâm âleminde su ile ça­lışan saatlerin görülme târihleri çok daha erkendir. 8. Asırda Şam’daki Ümeyye Câmiinde su ile çalışan saatleri gıbta ile seyret­tiklerini yazan Avru­palı seyyahlar olmuştur. İlk kum saatini de yine Müslüman âlimlerden el-Fergânî yapmıştır.(4)

Saat meselesi hakkında Sigrid Hunke meşhur eserinde şöyle bah­seder: “Abbâsî halifesi Hârun Reşid’in (763-809) elçisi Abdullah, 807 yılında Kayzer Büyük Karl’a pirinçten yapılmış bir saat hediye sunar. Kayzerin Târihçisi Einhard, kaleme aldığı Salnâmesinde (devlet Târihinde) bu olaydan şöyle bahseder: Bu su saati, on iki saatin geçişini hesaplıyor ve saat başlarında olmak üzere on iki kü­recik düşürüyordu. Her bir kürecik alttaki zile çarpınca, etrafa ses aksediyordu. Açılan kapılardan aşağı düşen kürecikler, bir saatlik zamanın tamamlanması ile dışarı fırlıyorlardı. Bu sıçrayışların so­nunda 12 kapı da teker teker kapanıyordu…”(5)

Bu olaydan takriben 380 yıl sonra, M. 1191 Târihinde 3. Haçlı Se­feri kumandanlığı yapan İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard’a,  Salahattin-i Eyyûbi sabun, çalar saat vb. hedi­yeler göndermiş, sa­bunu bilmeyen bu kumandan pey­nir diye yemeye kalkmış, saat ça­lınca da içinde şeytan var diye korkup yere vurup yanından uzaklaş­tırmıştır.  Bu olayla ilgili Târihi kayıtlar mevcut­tur.(6)

 

Grejuva Ateşi:

Yakın târihe yâni 50 sene öncesine kadar; Grejuva (Rum ateşi) bir Bizans ve Roma icadı olarak tanıtılır ve İstan­bul’un fethi esnâsında, Türklere çok zor anlar yaşat­tığı yazılır ve anlatılırdı. Hal­buki günümüzde yapılan tetkik ve in­celemelerden, bunu da Müslü­man­ların yaptığı ortaya çıkmıştır.

 Mu­aviye döneminde (hilâfet dö­nemi: 661-680) “Muharrikat” adı ile Bi­zanslılara karşı kullanılmış­tır. Batılı bir ilim adamı olan John Hob­son’un “Batı Medeniyetinin Doğulu Kökleri” isimli kitâbında şöyle yazılmaktadır: “Müslü­man­ların askerî teknolojileri hızlı gelişmekle kalmadı, çok uzun bir süre Avrupalıların silâhları karşısındaki üs­tünlüğünü muhâfaza da etti. 8. Yüzyıl­dan sonra İslâm ordularında ateşe dayanıklı giysiler giyen özel kundakçı birlikleri yayıldı. Bu kundakçı birlikleri, Avrupalı Haçlıların Rum Ateşi (Petrol)  dedikleri silâhlara sâhipti. Can alıcı nokta şudur ki, Rum Ateşi adı kesinlikle yanlış konulmuştur, çünkü bu silâh Ortadoğu kökenliydi. 673 yılında Callini­cus adlı Baalbekli Süryâni bir mimar bu yeni ateşin sırlarını yanına alarak Bizans’ın saflarına geçmiştir.”(7)

Yazarın söylediklerinde gerçeklik payı çok yüksektir. Çünkü Grejuva petrolden yapılan yanıcı bir maddedir. Petrolün vatanı da Ortadoğu’dur. Demek ki, İslâm âleminde icat edilmiş, savaşlarda kullanılmış, ama yukarıda zikredildiği üzere Baelbekli Süryâni (Hristiyan) mimar bunun for­müllerini de alıp, Bizans’a sığınmış, İstanbul’un fethinde kullanılıp, birçok icatta olduğu gibi, Avrupa damgası vurulup, piyasaya sürül­müştür.

 

Dipnotlar:

1-Fuat Sezgin, a. g. e. c. 1, s. 14, 15.

2-Bilimler Târihçisi Fuat Sezgin, Konuşan Sefer Turan, Timaş Yay. İst. 2010, s. 47.

3-Mustafa Özel, “Niceliğin Egemenliği”, İklim Yay. İst 1995, s. 96; İbrâhim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001, s. 147. 

4-Mehmet Bayraktar, a. g. e. s. 185.

5-Sigrid Hunke, a. g. e. s. 117.

6-İbrâhim Erdinç Şumnu, “Temizliğin Târihi ll”, Zafer Dergisi, yıl 1990, Sayı 166, s. 14.

7-Mustafa Armağan, “Gerçek Târihin Peşinde”, Timaş Yay. 2011, İst. s. 197.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.