Konya
10 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.29
  • EURO
    34.86
  • ALTIN
    2436.5
  • BIST
    10268.58
  • BTC
    62728.26$

Erekselcilik (Teleolojizm) ve Hayatın Mekanikliği Üzerine

20 Aralık 2022, Salı 00:00

Teleoloji, doğal ve toplumsal tüm olaylarda, insanın yaptığı tüm eylemlerde belli bir amacın olduğu, amaçsız hiçbir hareket ve eylemin gerçekleşmediğini bunu da üstün bir gücün yönettiğini savunan felsefi yaklaşımdır. Telos (nihai son) kavramını felsefi terminolojiye ilk katan Anaksagoras (500-428), olmuştur. Ona göre evren bir telos’a yani bir gaye ve amaca göre oluşmuştur. Platon ile beraber bu kavram idealist öğretinin temeline oturtulup yakın zamanlara kadar bilimsel açıklamalarda bile ereksellik (amaç-amaca uygun sonuç) ilişkisi nedensellik (neden-etki) ilişkisi yerine kullanılmıştır. “Tüm doğa olgu ve olayları arasındaki bağlılık ve yasallık, Aristoteles’in telos anlayışıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu anlayışa göre tüm doğal nesneler, erek’lerini içlerinde taşırlar ve bu ereğe göre biçimlenirler; cansız doğada bu yasaların yasası olarak bilinen her şeyi hareket ettirici evren yasası aksiyomatik etkiyle tüm nesneleri belli bir amaca doğru yönlendirip geliştirir.

Mekanistler, biyolojik bir olayı, fizik dilini kullanarak açıklamak isterler. Atomları bir gün birleştirip canlı proteinler ve organizmayı yapacaklarını savunurlar. Düşünsel idolleri Aristoteles olan teleolojistler, her şeyin tohumunda varlığın tüm hususiyetlerinin tasarım ve işlevinin tab (basım) edildiğini ve bu tasarımın dışına çıkılamayacağını belirtirler. Mekanistler, sebepleri olay ya da şeylerin bir öncesinde ararken, teleolojistler ise o olay ya da şeyin ilkinde özgünlüğünde ararlar. Telos (nihai son) tersine çevrilmiş bir gerekirciliktir. Ya da gerekircilik, Marx’ın Hegel’in idealist diyalektiğini tersyüz edip maddeci diyalektiğe dönüştürdüğü gibi Darvin de evrim kuramıyla yaratıcı kudreti tersine çevirip telosa ulaşmaya çalışır. Vitalistler hayat hamlesini evrim yöntemiyle değil patlamalarla açıklamak isterler. Onlara göre, arke (ilk ana madde) hayattır. Her şey onun ürünüdür. Hayat hamlesinin ne şekilde açılacağını önceden bilemeyiz. Felsefi bağlamda güçlükler çıkarırsa da sosyal alanda Bergson’un evrim anlayışı ümitvar bir açıklamadır. Diğer evrim anlayışları, katı determinist bir biçimde süreci tamamlar ve belli bir yerde durur.

Auguste Comte (1798-1857)’cu yaklaşımla insan zihninin evrimi, teolojik evreyle başlar, metafizik evreden geçer ve pozitivist evrede sone erer. Marks (1818-1883) a göre, toplumlar, ikel kominal toplum, köleci toplum, derebeylik, kapitalist toplum, sosyalist toplum ve en son da komünist toplum evresinde sonlandırılır. Durkeim (1858-1917)cı yaklaşımla toplumlar, klan toplumundan boy ve boy birliklerine, sitelere, imparatorluklara, derebeyliklere, krallıklara ve en son ulus tipi toplulukla yetkinliğe ulaşır.  Bergson (1859-1941)’un evrim anlayışı ise hangi yöne açılacağı önceden bilinemeyeceği için ne telos ne de gerekirciliğe takılmaz. Tüm toplumlar için ilerleme fırsatının olduğuna işarettir. Evrim olgusuna olumsuz yaklaşan Main de Biran (1766-1824) ın görüşlerine de kısaca değinelim. Ona göre değil hayatta, evrende bile yönü ileriye doğru gide bir evrimden söz edilemez. Aksine evren gittikçe genişlemekte değil, daralmakta, büzüşmekte ve küçülmektedir. Bergson’a göre, varlık varolmaya devam etmektedir. Gerçeği, realiteyi bilimle değil, sezgi ile elde ederiz. Bu durumda herkesin realitesi kendince olur. Bu beş evrim kuramından insanlık için en ümitvar olanı Bergson’unkidir. Diğerleri evrimi mekanikleştirmekte, statikleştirmekteyken Berkson’unki dinamikleştirmekte ve özgür iradeye kapı aralamaktadır.      

Olgucu-atomcu nedensellik anlayışıyla idealist ereksellik anlayışı uzlaştırılamaz iddialara sahiptirler. Her şeyden önce olgucu-atomcu nedensellik bir nesne ya da olayın nasıl meydana geldiği sorusuna, idealist ereksellikse niçin (ne maksatla) meydana geldiği sorusuna cevap bulmaya çalışır ve bu yüzden de doğadaki amaçları belirleyen üstün bir aklın, yani Tanrı’nın varlığı düşüncesini dikkate alır. Ama bu düşünceye aykırı düşen birçok kanıtlama evrimci düşünürlerce, özellikle de Darwin tarafından yapılmıştır. Ancak onun kanıtlarına ters düşen kanıtları da görmek mümkündür. Evrimci düşünceye karşı yaratıcı düşünce yaklaşımı da günümüzde varlığını sürdürmektedir. Darvinciliğin gündeme getirdiği türlerin homojenden heterojene (tek hücrelilikten çok hücreliliğe) doğru sıçrama yoluyla evrim geçirdiği iddiası bir önceki türlerin varlığını sürdürmeleri nedeniyle kuramda bazı açıklar vermektedir. Diğer yandan yatay evrime, yani türler arasında sıçrama yoluyla değil de her türün kendi içinde bir evrim geçirdiği yaklaşımına işaret etmekte ve yaratıcı anlayışı güçlendirmektedir. Evrimcilerin düşüncelerinin bir extrem görüş olduğu aşağıdaki şu ifadelerde gözükmektedir. “Ereksel anlayıştaki, önceden planlanmış doğaüstü amaçlara göre gerçekleşen oluşumlar, tümüyle bir hayal ürünüdür. Engels, erekbilimsel anlayışla şöyle alay eder: ‘’Kediler fareleri yemek için yaratılmıştır, fareler de kedilerin yemesi için”. Tanrı fareleri kedilerin yemesi için değil, etoburların yaşamalarının otoburların bedenine bağlı olarak mümkün olacağı yasasını belirlemiştir. Tıpkı insanların yaşayabilmelerinin etoburlar ve otoburların bedenlerine bağlı olma yasası gibi. Vejeteryanların hayatları boyunca kırmızı, beyaz ve balık eti yemeden geri çevirmişlerdir. Teorik olarak eleştirdiğimiz yaratılış yasalarına pratikte uygun şekilde davranmak zorunda kalıyoruz. Ama bazı düşünürler inandıkları temel paradigmadan kurtulamadıkları için genel kabul gören kadîm yasa ve bedihî ilkelere de karşı direnirler. Pratik hayatta kabullenip yapmak durumunda kaldıkları halde karşı çıkmayı sürdürürler. Çünkü insan organizması yaşayabilmesi ve sağlıklı kalabilmesi için hayvansal ve bitkisel gıdalara muhtaçtır. İnsanın beslenme yasası da bu genel kabule bizi icbar etmektedir.

Bazı metafizikçiler nedenselliği tümüyle yadsırlar. Örneğin  Wittgenstein’, “Nedensellik bir peşin yargıdan başka bir şey değildir”, der. 18. yüzyılda İngiliz düşünürü Humeda deneyin, bize olaylarla nedenler arasında zorunlu bir bağın -nedensellik- olduğunu asla göstermediğini ileri sürer. 

Ereksellik üzerine ileri sürülen düşünceleri özetlesek;

Evrendeki ve hayattaki olaylarda bir ereksellik (gaiyet) vardır.

Evrendeki ve hayattaki olaylar tesadüfün sonucudur.

 Evrendeki ve hayattaki olaylarda katı bir determinizm vardır.

Evrendeki ve hayattaki olaylarda Clinamen atomunun neden olduğu özgür irade vardır. 

Evrendeki ve hayattaki olaylar, Zatı’nı ve eylemlerindeki nesnelliği gizleyen bir yüce yaratıcının eseridir.

Tanrı bir deus absconditus, gizlenmiş (gaybî) bir varlıktır. Aşikar olan bir Tanrı zaten gerçek bir Tanrı olamaz. İnsan gördüğüne inanmaz, onu bilir. İnsan ihata edemediğine, beş duyu ile duyumsayamadığına inanır. Tanrı’nın zamandan ve mekandan soyutlanmış olması onun gerçekliğinin alametidir. Kendi yaratılarının aracı ve mahkumu olmadığının işaretidir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.