Konya
10 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.24
  • EURO
    34.79
  • ALTIN
    2454.3
  • BIST
    10314.13
  • BTC
    62911.23$

Emek-yoğun seri üretimden esinlenmeyle zihin-yoğun sistematik düşünce

27 Mayıs 2017, Cumartesi 08:45

İslam’ın safiyeti, Emevi ve Abbasi Devlet geleneği, Bizans’ın kurumsal yapısı, bizim Anadolu Selçuklu Devletini ve Osmanlı İmparatorluğunu kurmamızı sağladı. Küçücük bir beylikten Anadolu Selçuklu Beyliklerinden herhangi birini değil yalnızca Bizans’ı hedef aldığımız için ilahi emir gereği yüceldik aziz olduk. Sonra oklarımızı kendimize yönelttik zelil olduk. Zara Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin dediği gibi Aziz-i kavm idik a’da (düşman) zelil kıldı bizi. Zaman nitelik, dönem zihin çağıdır. Anadolu’ya başlangıçta göçebe olarak geldik, aradan geçti 950 yıl. Ancak Devlet geleneğimizin yozlaşmış tortularından kalma “Bizde kervan yolda düzelir”, diye kuramsız pratik etkisini sürdürüyor. Kuram, nazariye, teori nedir? Bunları kurulmaz, aşılmaz, imkansız işler diye anlamayalım.

Kuram dediğimiz şey, herhangi bir doğal ve toplumsal olgu ya da olayın açıklanması için ortaya konulmuş düşünce tasarımıdır. Biz de ne yapacaksak, onun kakında daha önce ne yapıldığını, olgu ya da olayın tabiatının, gereklerinin ne olduğunu düşünerek onun tasarımını yapmaktır. Anlaşılacağı üzere bu tasarım meselesi, neden düştüm diye, düşüneceğimize, düşmezden önce düşünmektir. Yani düşünme eylemini konuşma ve eylemin önüne almaktır. Çünkü düşmeden önce düşenler ayakları üzerine, düşünmeden düşenler ise başları üzerine düşmektedirler. Hint rahipleri düşünce mi söz mü öndedir diye tartışmışlar. Aralarında anlaşamayınca Tanrı Brahma’ya başvurmuşlar. O da, “küçüklerin büyükleri takip etmesi nasıl zorunlu ise sözün/eylemin de düşünceyi izlemesi öylece zorunludur”, der. Bu yüzden düşünce söze, söz eyleme dönüşmedikçe hiçbir şey düzenli olarak gerçekleşmez      

11. asrın ortalarında Anadolu’ya at sırtında gelmişiz, 1865-1867 yıllarında Hareket-i Islahiye çalışmalarıyla Toroslardaki Yörükleri zorla iskan etmişiz. Ancak at özlemi ve keçi otlatma gönlümüzden hiç çıkmamış. Bu nedenle latife olarak da söylense bir açıdan gerçeklik payı taşıyan “Türkler attan inmedi, düştü”, sözü manidardır. Göçebe Felsefesi der ki,           

Ekin ekme eğlenirsin/Bağ dikme bağlanırsın

Sür keçiyi, çek deveyi/Gittikçe beğlenirsin.  (Ahmet Özdemir, Avşarelleri Dergisi, Sayı 2, 2007, s. 7).

Toplumun geneli farklı ölçüde ve durumda, frekansta da, olsa zihni mentalite olarak göçebelik formatından bir türlü kurtulamıyor. Toplumun üst ve orta gelir grubundaki insanımız bile lüks dairelerde yaşıyoruz ama gönlümüz tarlanaın/bağın takımında yürüyor gibiyiz. Ne plan var ne kuramımız, düşünce yetimiz rafa kaldırılmış durumda. Toplumda yaşıyoruz ama bir kişilik düşünüyoruz.

Luther’den sonra 16. Yüzyılda ortaya çıkan Protestanlığına ve daha sonra kapitalizmin doğuş aşamasında ekonomik kalkınmaya önemli bir engel konumundaki asketizm (ötedünyacı çilecilik ahlakı) anlayışını dünyevileştiren Alman düşünürü Calven (1509-1564)’e göre, Hıristiyanların ebedi kurtuluşa ermesi için “kaderde tayin edilen dünyevi vazifelerin en iyi bir şekilde yapılması, ortak çalışılması ve işbölümü yapılmasıyla mümkündür”.

Kalvin’in bu yaklaşımıyla Hıristiyan Avrupa’da artık asketik ahlak yerini, dünya nimetlerini dermeye, toplamaya ve giderek sömürmeye doğru evrim geçirecek ve 19. asırda kapitalizmin kuramcılarını hazırlayacaktır. Sonuçta seri üretimi gerçekleştiren Batıdaki bu atılımla Osmanlının tek tek bireysel tezgaha dayalı gedik sistemini iktisat tarihinin derinliklerine gömecek ve dışa bağımlılığa mahkum ederek Devlet-i Aliyeyi batılı devletler karşısında duyunu umumiyeye düşürecektir.   

Biz akademisyenlere düşen görev; halkın sorunlarını belirlemede ve çözümünü bulmada yararlı olacak düşünceleri nerede ya da kimde bulursak onları işleyerek toplumun önünü açmak zihni, kalbi teknik ilerleme ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirmesinde ona katkı sağlamak, olmalıdır. 

Calven’den esinlenmeyle yörenin zihni ve kalbi enerjisini bir araya getirip işbirliği içinde nasıl işbölümü yaptırılabileceğini yöremizin zihni ve kalbi enerjisini toplamanın nasıl mümkün olacağını düşündüm. Kanaatim odur ki, bir insan hiçbir dünyevi çıkar ve itibari mevki, makam ve siyasi ikbal kaygısı taşımadan sırf hakikatin ortaya çıkarılması için düşünüyor, araştırıyor, soruşturuyorsa, o kişi hakikate bir nebze de olsa yaklaşacaktır.

Bir zamanlar, yabancılar ülkemizi gezdikleri sırada güçlü cazibeye sahip üzerine baraj, su bendi kurulmamış akarsularımızı görünce, “Türkiye’de nehirler akar, Türkler bakar”, derlermiş. Günümüzde övünç ve kıvanç kaynağı haline gelen barajlarımız, su bentlerimiz ve yapay göllerimizin varlığı yavaş yavaş kendimize geldiğimizin göstergeleridir.

 Akarsu kaynaklarının heba olmaması için nasıl baraj, su bentleri ve yapay göller yapıp yazın kavurucu sıcaklarda bağ ve bostanlarımıza, ekili-dikili arazilerimize can veriyorsa düşünce üreten insanların çeşitli vesilelerle birbirleri arasında yaptıkları tartışmalarda ortaya koydukları düşünceleri de kayda geçirip bir düşünce havuzu oluşturup bunlardan yararlanabiliriz. Aynı düşünce kulvarında birlikte çalışan düşünürler sanayi alanındaki seri üretim alanlında çalışanlar gibi işbölümü yapabilmeli, zihin dünyasında da sistematik düşünceye geçilebilmelidir. Bunun için çeşitli platformlar oluşturarak yörenin zihinsel birikimi olan kişilerine birlikte, işbölümü yaptırarak onların düşüncelerinin olgunlaştırılması mümkün olacaktır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.