Konya
10 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.21
  • EURO
    34.73
  • ALTIN
    2450.8
  • BIST
    10312.94
  • BTC
    62980.85$

DEVLET YÖNETMEK AKIL İŞİDİR (1)

18 Mart 2020, Çarşamba 08:23

Benim en çok üzerinde durup dikkatimi çeken mesele, yakın dönemin tarihi olaylarına karşı olan ilgim ve bu ilginin de nedense bir türlü vicdanımı rahatlatacak ilmi ve akli bir boyuttan yansıtılmayan yanlı ideoloji bakış açısı karşısında toplumun tıkanma sürecine girip işin boyutunun bizim istediğimiz şekilde değil de istemediğimiz bir yönde aldığı jakoben tutum karşısında insanın reflekslerinin dumura adeta uğratılmasıdır.

Osmanlı ceddimizin kuruluşundan ta ki 18.yy kadar devleti en üstün ve çağdaşları karşısında başarılı kılan geliştirdikleri üstün stratejik akıl öngörüsü idi. Bu strateji devletin bir satranç hamlesi ve sonucunu kestirmesi karşısındaki düşmana karşı belleyeceği tavrı alması demekti. Bir cihan mefkûresi vardı ortada. Ve Osmanlı yönetimi ilayı kelimetullah uğruna bu nizamı âlem aşkı için serdengeçti olmuştu.

18.yy kadar kurumsal olan akıl ne zamanki kan kaybetti işte o zaman devlette yıkılış trendini hızlıca yakaladı. Devletin çöküşünü 33 yıl geciktiren 2.Abdülhamit Han kendi akli ufkunun yüklediği strateji ile başarılı olmuş bütün güçsüzlüğüne ve ihanetlere rağmen bu kıvrak zekâ sayesinde bu yapıyı ayakta tutmuştu.

Bu arada Osmanlının çöküşünü kendi içindeki batıya endeksli üç kafadarın Alman heyulası ile adeta bir maceraya kapı aralaması ve 10 yıl gibi kısa bir süre içerisinde devleti hallaç pamuğu gibi dağıtmasıydı. İttihat terakki denilen bu ayakta sözde birlik ev ilerlemeden yana idiyse de aslında dışa bağımlı bir emir komuta zincirinin zurnanın son deliği misali içteki görünür uygulayıcıları idi. Aslında devleti dağıtan, yıkılışını hızlandıran sömürgeleri üzerinde güçlü bir Osmanlı istemeyen İngiliz devleti idi.

İttihat Terakki çatısı altında siyaset yapan subayların batıdan aldıkları akıl ne devleti ayakta tuttu ne de yanlarında savaşa girilirse eski kaybedilen yerlerin geri alınacağı fikri ile Almanya’dan gerekli yardım ve destek aldı.

Bu ittihatçı kadroların stratejik akıl denilen ciddi manada ne sosyo- ekonomik ne de kültürel anlamda devlet ve siyaset yapacak bir birikim ve donanımları yoktu. Yani savaş kadar masa başında da devleti başarıya ulaştıracak stratejik bir akıl maalesef ömürleri cepheden cepheye savrulmakla geçmiş bu kadrolarda derinlikli bir tarih ufka taşan devlet felsefesi ve masa başında güçlü bir diplomasi trafiğini yönetecek dünya dengesini okuyabilecek ve strateji geliştirecek haller yoktu ama iyi bir vatan sevdalısı oldukları kesindi. Bizde hem sahada hem masada işleri yönetecek güçlü bir beyin takımı gerekiyordu.

Aysbergin altında ne olup bittiğini anlamayan günü birlik gazete köşe yazılarıyla durumu algılamaya çalışan bir kadronun hele hele tarihi hafıza denilen güçlü bir kavramı boş bir refleksle dışlamaları ve yönlerini tamamen sevdalandıkları batıya eklemlemeleri maziyi tamamen inkâr babında reddi miras kılmaları peşlerinde koştukları hayalin bir haleden ibaret olduğunu anlamalarını geciktirdi hatta zorlaştırdı. Bize ait ne varsa geçmişin izlerini topyekun inkar etme ve batılı ağzıyla konuşmayı ve yaşamayı medeni sayma onlar için vazgeçilmez bir trend olarak misyon haline getirilmişti.

Yani tabloyu aslında şöyle özetlemek mümkündü. Geçmişini inkâr eden, tarihi hafızasını bir gecede resetleyen ve milleti cahil cühela bırakan, alfabesini ve dilini değiştiren, dinine terakkiye manidir safsatasıyla savaş açan, diktatör yal heveslisi bir azınlık elitle yönetilen küçük bir Ortadoğu ülkesi görünümünde ki bir çizgiyi ancak bulabilmiş ve bu arada batıya da yamanmaya çalışan, bilhassa batı medeniyeti ve çağdaşlık kavramlarının peşinden koşar adım giden, lakin bunu da yakalayamayan, çünkü farklı kulvar da arayış içerisinde idi, kaybettiklerinin muhasebesini batılı ölçeklerle dahi yapamayan ve taklitten öte geçemeyen bir arayışın 1950 versiyonlu yoksul bir ülkesi; iğneden ipliğe batıya bağlı, güvenliğini Nato’ya teslim, ekonomisini batı kapitalizmine mecburmuş gibi teslimde beis görmeyen ve her bir şeye muhtaç, halkı kıt kanaat geçinen sanayisiz bir tarım toplumuydu.

Ve bu ülkenin o dönemlerde maalesef, günlük yaşayan, kendisine ait gerçekçi bir dış politikası olmayan diplomasi dilinden mahrum, dünya nereye gidiyor etrafımızda olan biten ne? Bizim rolümüzün hangi boyutta? Benim şu coğrafya da misyonum ne ölçüde olmalı? Atacağım hangi adım var? Söyleyeceğim söz ne olmalıdır gibi kaygı taşıyan bir sancısı yoktu.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.