Konya
11 Mayıs, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.24
  • EURO
    34.77
  • ALTIN
    2445.5
  • BIST
    10235.98
  • BTC
    60827.75$

ÇOCUKLAR GENÇLER GELECEK

07 Ekim 2017, Cumartesi 11:51

Şimdi ki aklım olsaydı der ve ruhumuzda iz bırakan hatta sarsan  can yakıcı bir eylemin üzerimizde silinememiş etkisini yıllar geçse de anımsar hayıflanırız.Saatte 1600 km hızla dönen bir dünya da hayatın ne kadar çabuk sürede geçtiğinin farkına varamadan yaşıyor ancak belki yıllar sonra bizdeki bıraktığı ilaç gibi yan etkilerini görebiliyoruz.Böyle hayıflanmalar toplumumuzun her kesim insanında     rastlanabilen, iz bırakan hatıra tozlarıdır,belki de hayal köpükcükleridir.

Hep belli bir yaş olgunluğuna merdiven dayadıktan sonra aklımızın başımıza geldiğinden dem vurulur.İnsan hayatında olmadık olaylar ve tatsız durumlarla karşılaştığında doğal olarak buna karşı bir tepki verecektir.Atılan her adımda sahip olduğu donanımı ile hareket edecektir.Öyleyse donanım dediğimiz şey nedir ki? bizi böyle bir tedbire yöneltsin.Kalbimizin ve ruhumuzun yaralı olan sızılarını nasıl geçirebiliriz? Heyecanımızı nasıl bir serüven ağacındaki meyveye durduralım ki;topladıklarımızı bize ömür boyu katık olsun ve beslesin.

Hayatımızı tanzim etmenin yolu nedir?Biz tatsız neşesiz öğünsüz sevgisiz aşksız heyecansız ve her şeye boş vermiş anlamsız bir bohem hayatının ışıltılı neon ışıklı aldatıcı parlaklığında kutup yıldızına bakar gibi yolumuzu ufkumuzu aydınlatabilecek miyiz ?Hele insanı merkeze almayan boş boş anlamsız gözlerle etrafına bakan hayata geliş gayesinin dahi bir çizgisinde yürüyemeyen arzusuz hissiz bir hayat macerasına demir attığımızı farz ederek sonum nereye varacak diye düşünmeden atılan adımlarla bunun nereye demir atacağımıza  şöyle bir geriye dönerek bakamadan,bize ayrılan ömür hanesinde  acaba  bu baş döndürücü galakside nerede konaklayacağız? Ürünlerimizi nasıl ve ne ile toplayacağız?       Yani sorular o kadar çok fazla ki; bunlara yıldırım hızıyla cevabına yetişmek bile imkansız.Aslında hayat merdivenimizi hizalı bir şekilde dayamış olsak ve o istikamette yola revan olsak göz açık kabus görmekten kurtulur yalnızlık gibi bir aleminde tek başımıza olduğumuzu hissetmeyiz bile.

Kaybolan düşlerimizin yıkılan hayal köprülerimizin şefkatsiz ve dramatik hayata sahne olmuş mazimizin pişmanlık kokan cümlelerimizin oluşmasına fırsat vermemek için belirsizlik ve şakınlık  zikzaklıklarından beri olabilmemiz için bize içimizde ömür boyu sızı verecek yaralı bir kap ve ruh  özgünlüğü bırakmamamız için doğumla beraber başlayan bir kıymetin bir cevherin bir asalet ve nurun peşinde koşmalıyız diyorum bir öğretmen olarak bunun sevdasıyla.

Diyorum ki sevgili aileler çocukluğumuzu gençliğimizi geleceğimizi çaldırmayalım. Çaldırtmayalım körpe ruhların gencecik hayallerin güzelliklerini ruhumuzda nakış nakış işleyelim ki gerçekçi olsun geleceği olsun macera değil reel ve kendinden emin bir bakış açısıyla kurgulanmış ve mücehhez hale getirilmiş olsun. Karmakarışık bir özlemin dizginlenemeyen ısrarcılarına nefsimizde dur diyemezsek gelip geçeceğimiz tüm yollarda üzerinde bulunan tümsek ve köprüler hep bize yıkım olarak karşılayacaktır. Biz öz yurdumuzda birey olarak hanemizde bulunan yavrularımızın kendi öz benlikleriyle çatışmayan, yaratılış gayelerine uygun bir eğitim ve öz yaşantı biçimiyle haz duyan bir örgün eğitim modelini bizatihi kendi evimizde uygulayalım. Çünkü çocuk ilk ve en önemli eğitimini evinde alır. Bizde bu durumda anne baba olarak çocuğumuzun hanemizin ilk öğretmeni oluyoruz.

Öğretmen deyip geçmeyelim. Hayat onunla şekilleniyor. Unutamadığımız kalbimizde yaşattığımızı acı tatlı tüm alışkanlıklarımızın kazandırılmasında baş aktör öğretmendir. Peki, anne babalar olarak sadece çocuk dünyaya getirmekle veya karnını doyurmakla iş bitiyor mu? Elbette hayır. Asıl mesele yavrunun çizgisini ufkunu kazandırabilecek, ruh mimarlığını yerine getirebilecek şekilde önce bizlerin kendini yetiştirebilmesi sonra bunu yavrusuna aktarabilmesidir. Biz farkında olmasak bile hayat öyle bir dişli canavar ki hepimiz adeta önüne atılmış bir yem durumundayız. Etrafımızdaki pozisyonlar hiçbir devirde görülmemiş bir şekilde devam eden azgınlıklar ve nefsin dizginlenemeyen istekleri. Bu acımasız ve bir o kadar da şefkatli bir yapının da içimizde yaşayan kollarını barındıran bu çizgisel mantalitede elbette harekete geçirmemiz gereken, insan olduğumuzu ön plana eylemleri harekete geçirebilmektir. Değilse hepimizin hayatı birer köle masalından ibaret kalır. Nefsimizin ve isteklerimizin kölesi. Duyguların böyle bir ahvale teslimi demek çığırından çıkmış bir sele kapılmak demektir. Geriye ne kalır selden sonra paramparça kırık dökük belki de yaşanılan bir can kaybı ile üç beş kırık sandalye gibi üç beş günlük ömür zinciri nefse sadık kalmış.

Peki, bunu yaldızlı aynalar gibi süslemek var iken neden biz kendi sonumuzu bir maceraya kurban ediyor ve bir ömrü bedbaht bir hale getiriyoruz? İşte bu sorunun cevabını hem tek başımıza hem de anne babalarımızla birlikte verilmesi gereken bir cevabı olduğunu bilmeliyiz. Yani müştereken verilmesi gereken bir hayatiyet meselesidir.

Bakın elimizde bize emanet edilen bir vücut var, beden ve ruh hali ile. Bunları nasıl ve neyle besleyelim de, yolumuz aydınlık kalbimiz mutmain kendimizden emin yarınlarımız güvenli ve istikametimiz sırçalı köşk olsun.

Biz hayatımız boyunca ya nefsimizin kölesi olacağız ya da teslimiyetle ihlâs ve samimiyetle Allah’ın kulu kölesi olacağız. Hayat bu çizgide oluşur. Bunu besleyecek damarları ne ile donanımlı hale getirirsen ya da gereken ihtiyaçları neyle karşılarsan o şekilde yaşar o şekilde ölür ve o şekilde haşr olursun. Hayatta, eğitimde anne babada işimizde aşımızda eşimizde çoluk çocuğumuzda her şeyimizin var oluşumuzun temel çerçevesinde bulunan tüm aktörlerin oluşturduğu çizgide; biz kendimize neyi belirledik? Neresindeyiz? Bunu sorarak kıvama ölçüye getirecek verebilecek bir anne baba ve bir eğitim düzeneği ve geleceğimizin kararmaması, işte bu saç ayağına göre şekilleniyor. Bilmem anlatabildim mi?

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.