Konya
10 Mayıs, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.21
  • EURO
    34.73
  • ALTIN
    2450.8
  • BIST
    10312.94
  • BTC
    62980.85$

BOŞA GEÇEN HAYATLAR

02 Şubat 2022, Çarşamba 08:30

İnsanlar, kandırılmaya dündengönüllüler, yalan olduğunu bilseler bile, gönüllerine hoş gelecek sözleri duymayı çok seviyorlar. Çünkü gerçeklerin yüzlerine söylenmesinden haz etmiyor ve gerçekleri yaşamaktan korkuyorlar. Bir gönüllü aldatmacadır gidiyor. Okumuyorlar, öğrenmiyorlar ve gerçek mutluluğu beceremiyorlar. Bu yüzden ya hep dedikodu yapıyorlar, ya gereksiz televizyon programları veya dizileri seyrediyorlar, kendilerini kandıracak fal baktırıyorlar. Böylelikle, hayatlarını ve mutluluklarını sahte bir dünya üzerine inşa etmiş oluyorlar.

Diziler yalan, dedikodu hepten sahte mutluluk, fal ise falcının uydurduğu baktırana sevinçli haber, falcıya ise mutluluk sattığı gerçek olmayan sözler, geçim kaynağı. Alan memnun, satan memnun. Yani falcı da, fala baktıran da her ikisi de hayatlarından memnun.

İşte insanlar böyle, eğer onlara yalan söylerseniz sizi öyle severler ki, sevinçlerinden bahşiş bile verirler. Sevilen biri olmak istiyorsanız, gerçeklerden kaçın, onların kulaklarına duymak istedikleri şeyleri söyleyin, onları poh pohlayın, duymak istemediklerinden kaçının. Ama o insanlara gerçekleri söylerseniz, mutluluklarını ellerinden almış, gerçeklerle tanıştırıp o tatlı rüyadan uyandırmış olursunuz. O zaman da, sizden uzaklaşırlar, hatta sürekli tenkit alırsınız ve nefret edilen biri bile olursunuz.

İnsanlar neden bu kadar akılsızlar, anlayamıyorum. Saatlerce gereksizce televizyon başında geçirmek, kendisine faydası olmadığı halde kendini mutlu ettiğini zannettiği dedikodu yaparak, kendisine bile bir faydası olmayan falcının önünde kendini mutlu edecek sözleri duymak için zaman harcamak. Bunların hepsi değersiz şeyler ve zamanı öldürmektir. İşte bu akılsız ve zamanı değersiz gören insanlar, birinden değersiz bir şey aldıkları veya değersiz bir şey verdikleri zaman, borçluluk ve alacaklılık duygusu hissediyorlar, minnettarlık duyuyorlar veya minnettarlık duyulmasını istiyorlar ama asla karşılığı verilmeyecek ve alınamayacak olan “zamanlarını harcayan insanlara veya hayatın diğer oyalayıcı boş şeylerine” karşı duyarsız davranıyorlar. Bunlara gününün bütün saatini ayırırken, kendini geliştirecek ve hayatını anlamlandıracak, duygu, düşünce ve eylemlere küçük bir anını ayırmıyorlar. Bir maç doksan dakika, bir film yaklaşık iki saat ve dedikoduya ayıracak bütün bir gün varken, yirmi dakika sürecek bir kitaptan on sayfa okumaya, hayatına anlam katacak, hayatını olumlu yönde değiştirecek kısa bir zaman diliminde, bir bilgi edinmeyi kendilerine çok görüyorlar. Bunlar, insanların karanlık yerde gölgelerini gösterir. Oysa insan, yaşadığı sürece gölgede kalan karanlık yönünü ortaya çıkarmak, aydınlığa kavuşturmak zorundadır. Ama saydığımız gereksiz şeylere zaman ayırınca, gölgeden ve karanlıktan kurtulup aydınlığa ulaşmak imkânsızdır. Bu boşa harcanan zevk zannedilen bütün zaman öldürme araçları, mutluluk zannedilen fallar ve dedikodular, belli bir zaman sonra insanların melankolikleşmesine ve hayattan zevk almadan sürekli şikâyet üzere yaşamalarına neden olur.

Bunları düşünmeyeceksin, söylemeyeceksin, yazmayacaksın. Anlaşılan o ki, insanların yaşamak gibi bir derdi yok, sadece yaşadıklarını zanneden bir ölü görünümüne sahip olma duyguları var. Hayata ve gerçeklere boş vermişlik duygusuyla her şeyi hafife alma ve kendini kandırma düşüncesi hâkim. Belki de korkuları var, gerçeklerle yüzleşme korkusu, kendi olamama korkusu, farkındalık korkusu. Ama asıl gerçek olan, insanların kendilerinin bir boşlukta olduklarını hissetmeleri, egoları, mutlu olacak bir şeyi bulamıyor olmaları ve hayattan kendilerini soyutlamalarıdır.

İşte bu hayatın içinde ölü gibi gezinmenin ve boş şeylerden kurtulmanın tek yolu, insanın korkularından arınıp kendiyle yüzleşmek için iç yolculuğunu yapması, sahte dünyadan gerçek dünyaya yol alması ve hayatının görünenden öte görünmeyen yanında neler olduğu, neler olması gerektiğini kavraması gerekir. İşte o zaman anlamsız gelen hayat, anlam kazanmaya başlar ve zamanın değerini görebilme yeteneğine sahip olur. Dedikodu, televizyon ve egosunu besleyen sözlerden uzak olur, kendine yaşanacak ve kendini mutlu edecek zaman dilimini oluşturmuş olur.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.