Konya
23 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.89
  • ALTIN
    2435.4
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66919.82$

ZİHİNLERE VURULAN PRANGA

07 Nisan 2018, Cumartesi 07:46

Hasbelkader eğitimci sıfatıyla az çok yıllarını vermiş biri olarak neden hala Rabbimizin ilk emri olan “oku” konusunda yeterince mesafe alamadık? Biz hayatta neye en çok değer veriyoruz? Neyi en çok istiyor ve özlüyoruz? Sorularına cevap bulmakta zorlanıyorum.

Herkesin kendi penceresinden bu sorulara karşı vereceği uyduruk kaydırık bir cevabı var, olmasına da acaba gönüller vicdanlar bu bahanelerden memnun mu? Yoksa muzdarip mi? işte orası meçhule giden yolcu misali.

Gerçi az çok bulunduğumuz ortam davranış şekillerimiz iletişim becerilerimiz birbirimizle aile içerisinden tutunda çocuklarla büyüklerle küçüklerle kendi aramızda varıncaya kadar geçen her vaktimizin,  bizimle ilgili sağlam ipuçlarını ortaya koyarsa da;  ben yine iyimser davranıp yazı dili ile konuşma dili konusundaki becerilerimiz az çok farklılık gösterir temennisiyle bazen kendimizin mürekkep yaladığını iddia etsekte, bunu davranışa dönüştürebilme konusunda sıkıntı yaşadığımızı itiraf edebilirim. Öyleyse biz eğitimcilerden başlamak üzere kendimizi sıkı bir otokontrol altına almak lazım diye düşünüyorum.

Eğitimci kesimin okumama konusundaki dirençlerini kırmak lazım bir şekilde. Çünkü az çok çevremden çevremdekilerden biliyorum, öğretmenin tavır ve davranışları bazen sokaktaki okula uyum sağlayamayan bir öğrenciden farksız olmamaktadır. Öğrencilerinin gözünün önünde zararlı bir maddeyi okulun giriş kapısının olduğu yerde onların gözünün içine baka baka tüttüren ve sonra sınıfta bunların kanunen zararlı mamuller statüsüne girdiğini söyleyen bir öğretmen-eğitimci ne kadar doğrucu ve ne kadar kendine ve söylediklerine sadıktır.

Düzeltme ve düzelme ile düzenleme birbirlerinden bence ayrılmaz şeylerdir. Düzenlemeyi yüklenen toplumsal değerleri göz ardı edemez, toplumu ayakta tutan evrensel özgeleri inkâr edemez ve düzenlemeyi de bundan beri edemez. Topluma sahip çıkma adına da toplumsal mecburiyet sorumluluğunu üstlenenlerde ister yönetimde isterse uygulayan sahasında olsun bu örneklik değer manzumelerinde kayıtsız kalamazlar.

Öyleyse Devleti, Bayrağı, Toplumsal Değer ve mekanizmaları yüceltmek ve üstün konuma getirmek bu ülkede yaşayan herkesin vacibi mutlak görevidir. Kimse bu mecburi sorumluluğundan asla vazgeçemez. Hani derler ya bazı sloganikte olsa; “ ya sev ya terk et  “ diye bana göre bu mecburiyet halkasına herkes dâhil olmak zorundadır. Evde anne baba, okulda öğretmen ve diğer görevliler ve devlet mekanizması bu çarkı döndürmede ve yaşatma da üst düzey sorumluluk sahibi kurum ve teşekküllerdir.

Bakın öyle insanlar var ki ibret verici hayat hikâyeleriyle dillere destan örneklik teşkil ederler. Dünyayı ilahi nur göz ışığı ile görememelerine rağmen kalbi nur ile kalp gözü açık olan merhum Cemil Meriç bunlardan birisidir. Öyleyse kalp gözü açık olanların görme yetisi kalp gözü kapalı olan fakat etrafına kör bakanların halinden kat be kat daha ötededir, diyebiliriz.

Bakın yine kendi düşüncemi arz etmek istiyorum. Bugün ki uygulanan eğitim sistemi ile siz onun ruhaniyetini ve özdeki billurla birleşecek öz usaresini yeniden insan fıtratına uygun olan kıvama getirme konusunda yeterince çaba ve düzenleme yapamadığınız müddetçe bu tek tipe dayalı eğitim argümanları ile bir yerlere varmanız mümkün değildir. İsterseniz bunu en ücra kırsal kesime varıncaya kadar her okulu tüm eğitim materyal ve donatıları ile baştan sona yenileyin. Olmaz başarıyı yakalayamaz ve toplumsal kardeşlik ve mutabakatı sağlayamazsınız. Siz insanın özüne çekirdeğine fıtratı yaratılışına uzanacaksınız. Ama bugün olduğu gibi onu kendi haline terk ettirir hayatta olma ve yaşama değerinin bilinçliliğinden uzak tutar ve samimice onun bu alemdeki gerçek vasfının ne anlama geldiğini kazandıramazsanız ağzınızla kuş tutun başaramaz ve başkalarının kültür emperyalizmine yenik düşer ve asla bu dünya da kendiniz gibi olamaz, uyduruk sömürge ruhlu ve bağımlı gezen bir kişiliğe yol alır hatta bu yolu takip edersiniz.

Yani siz bir bilgisayara hâkim olabilirsiniz, dünya avucunuzun içinde olabilir ama kişiliğinizi başkalarına tevdi etmiş kendi milli şuur kalıbından köleliğe adım atmış biri olarak kalırsanız sizin hâkimiyetiniz sadece bilgisayara geçer, ama İ.P.ler ( ya da aypiniz) ya da yular affedersiniz her zaman başkalarında kalır. Niye böyle acı söylüyorum. Şunun için. Bu ülke en zor zamanında kurtuluş savaşı yahut istiklal harbi yaşadı değil mi? Sonra ne oldu? Biz denize döktüğümüz Yunan’ın giderken bize emanet ettiği   örf ahlak anane kültür yaşantı giyim kuşam dil divan ne gelirse aklınıza hepsini ıskalamadan süzmeden yorumlamadan olduğu gibi aldık kullandık onlar gibi olduk ve bugün içimizden müstemleke valisinden daha öte, gavurları savunan milliye düşman ve kendilerinin de  vatansever –kemalist olduklarını iddia eden laikçi tipler türedi. Bu azgın azınlık ülkemize savaş açan ve savaş çığırtkanlığına destek veren batılı devletleri ve terör örgütlerinin ağzıyla her gün TV. de boy gösteriyorlar. Peki, bunları hangi eğitin sistemi bu hale getirdi?

Eğer köle olmayacaksak köleliğe boyun eğmeyeceksek başkalarının yaşantı kriptolarını kendimize mamul madde yapmaya ne gerek var?

Zihinsel köleliğe karşı olmak özgür olmak ve birey olmak demekse niçin kendimiz gibi olamıyoruz? Köleliğe mahkûm olanlar ayaklarına vurulan pranga ile yaşarlarken biz zihinlere giydirilen/ vurulan pranga ile iğdiş edilen akıl ve beynimizle lütfen özgür olduğumuzu savunabilir miyiz?

Ayaklara giydirilen kölelik prangalarından yeri gelir bir balta darbesiyle kurtulabilirsiniz lakin zihin eğer ram olmuşsa köleliğe bundan kolay kolay kurtulamazsınız. Nitekim gedikli Kemalistler ile batıya uyumlu hale gelmiş laikçi güruhun eblehleri ve din maskesine bürünmüş fetö iblisinin Amerikan kültürü hayranlığı,  Türkiye’ye karşı açtığı 15 Temmuz iç savaşı ile gün yüzüne çıkmadı mı? Bunlar devleti ele geçirme daha doğrusu Amerikanlaştırma uğruna ayaklanmadılar mı? Neden çünkü yıllar yılı kendilerini gizleyerek milletin inançlarını kullanarak sonunda maskelerini çıkarıp kimlerin yanında olduklarını gösterdiler.

Demek istediğim şu; eğitim insanı ikiyüzlü hale getirmemeli. İçi ve dışı bir olmalı. Laik eğitim modeli insanın iç dünyasının bir başka dışa vurumunun bir ayrı başka başka olduğu, iki kişilikli bir realitedir. Mesela camiye git namazını kıl, sonra git banka ya faizle ilgilen. Olacak şeymi bu? Nasıl bir dünya algısı böyle? Nasıl bir kişilik varyasyonu?

Sonuç bağlamında; Bugün dünya yarın ahret ve hesap günü. Hem de ne çetin bir hesap. Modern köle olmaya amademisin? Yoksa hür iradenle kendinin Allah’ın bir kulu ve sadece Allah’a köle olmaya karar vermiş inanmış bir kul musun? Buna karar ver. Cevabını sen ver ve buna göre hayatını yaşa… Kiminsin sen kısaca? Kimlerlesin? Kimlerdensin?

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.