Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.60
  • EURO
    34.80
  • ALTIN
    2507.2
  • BIST
    9422.62
  • BTC
    64341.34$

Yine İnsan Üzerine (1)

13 Kasım 2020, Cuma 08:45

Kur' an'da insandan sözedilirken bazı ayetlerde beşer bazı ayetlerde de adem kelimesi geçmektedir. İlki, derinin dış kısmı, vücudun silueti, tipolojisi ikincisi ise, duyu dünyasına kapalı manevi yanı anlamındadır. Demek ki insanı tek yanlı inceleme yöntemleriyle anlamaya çalışmak bize onun tam (exact) mahiyetini (neliğini) vermez.

İnsan, İslâm kültür yapısı içinde, çirkin arzu ve ihtiyaçlarını sembolize eden nefsi yönüyle yaratılanların en aşağısı ama yüce gönüllülüğünü simgeleyen ruhsal yapısı itibariyle de yaratıkların en üstün konumdaki varlık olarak görülmüştür. 

İnsana ilişkin sağlıklı bilgilere ulaşmak için öncelikle insanı iyi anlamak gerekiyor. Ancak, insan nasıl anlaşılacaktır? İnsan kendini nasıl anlayacaktır? İnsanın üç tür inceleme yöntemi vardır: 1.Öznenin nesneyi incelemesi. 2.Öznenin özneyi incelemesi. 3.Öznenin kendini incelemesi. Özne olan bir insan kendini hem özne, hem nesne olarak nasıl inceleyecektir? Bir insan bir ruhsal olayı ya yaşar ya da gözler. İkisini bir arada yapamaz. Ancak gelin görün ki insanı en iyi tanıma yöntemi de iç-gözlemdir. fakat iç-gözlemden elde edilen verilere bilimsel çalışmalarda –sadece kişiyi bağlayacağından, oysa ki bilimsel bilginin nesnel olması gerektiğinden- pek itibar edilmez, Acaba sırf insan nesnesi itibariyle ya da insanın sadece ruhsal yönü dikkate alındığında insanın kendisi incelenmiş sayılabilir mi? İnsanın birbirinden kopuk olarak organları incelenirse insanın tüm organik yapısı incelenmiş olur mu? Ya da bu mümkün olsa bile insan tüm kişiliği, karakteri, tabiatı, mahiyetiyle incelenmiş sayılır mı?

Bu sorular, insanın anlaşılmasını çıkmaza götürmek amacıyla değil aksine insanın anlaşılmasının öyle, nesnenin incelenmesi gibi sıradan ya da analitik bir çabayla yapılmasının güç olacağını ve ona göre farklı yöntemlerle yapılmasının zorunluluğuna dikkat çekmek için sorulmaktadır. Dolayısıyla insanı anlamak bağlamında olgucu-atomcu bilim paradigması yönteminde ya esnemelere gitmesi ya da sadece nesnel dünyaya odaklanması gerekmektedir. Bu nedenle insanı incelemek için yeni yol ve yöntemler bulmak zorundayız.

Bu bağlamda Betül Çotuksöken haklı olarak ontolojik bir konu olarak insanı seçen Antropolojinin, insanın organik yapısını inceleyen fiziksel ve kültürel yaratılarını inceleyen kültür antropolojisi diye iki bölüme ayrıldığından söz eder. Antropoloji dalı üzerinde düşünce üretip araştırma ve inceleme yapan bilim adamları, mensup oldukları düşünce gelenekleri doğrultusunda insanı çeşitli yönleri ve eğilimleriyle açıklamaya gayret ediyorlar. Yine, insan felsefesi yapan filozoflar da insanı felsefî bakış altında incelemektedirler. Betül Çotuksöken’e göre, “Her felsefî insanbilim de hiç kuşkusuz birbirinden çok farklı görüşleri benimseyerek insanı açıklamaya çalışır. Bunu yaparken felsefî-metafizik alanda kalanlar olduğu gibi salt bilimsel verilere dayananlar da olabilir. Yalnızca bilimsel verilere dayananlardan bir bölümü, örneğin sadece Biyolojinin elde ettiği sonuçları ya da Psikolojinin, Etnolojinin elde ettiği sonuçları gündeme getirerek insan gerçeğini kavramaya çalışırlar.”

İnsanı anlamanın yeni yollarına bakıldığında öncelikle insanı, insan kavramının anlamından hareketle tanımaya çalışmanın bir yol olduğu bilinmektedir. Şöyle ki, bir kavram kök itibariyle isim olarak verildiği nesnenin bir kısım karakteristiklerini verebilir. ‘Kalem’ kavramı yazmak fiilini çağrıştırır. Yani kalemden yazmak, bıçaktan kesmek, ateşten yakmak beklenir. İnsandan beklenen nedir? Ömer Kaya’ya göre, Arapça bir kavram olan insan sözcüğünün üç ayrı kökten türediği belirtilmektedir. Bu kelime toplumsallığa yönelik olan enese, ünsiyet, tanışma, uzlaşma, uyuşma anlamlarına gelir. Organik yapısına ilişkin nevese ise hareket etme, kımıldama, çalışma, uğraşma ve depreşme gibi canlılık belirten anlamlara gelir. Psikolojik yapıyla ilgili nesiye ise unutma, belleğe atma anlamlarına gelir. O halde insanı biz, canlı, hareketli, yiyen içen, faal, iş yapan, üreten fiziksel ve sosyal çevresine uyum ve sağlamasının yanında yeni sosyal çevreler oluşturabilen, öğrendikleri bazı bilgileri yeni şeyler öğrenebilmek için unutan, hafızasında tutan bir varlık olarak da tanımlayabiliriz.   

İkinci bir yol olarak İzzet Begoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam isimli eserinde önerdiği yöntemdir. Begoviç, insanı tasvir ederken, onun birbirine uzak iki yanından söz ediyor. Bir insan için, ‘insan beşer, yapabilir’ dediğimiz zaman onun sufli (aşağı) çamur unsuruna atıfta bulunmuş oluruz, ama ‘bu insana yakışmaz’ dediğimiz zaman da onun ulvi, yani ruh unsuruna atıf yapmış oluruz, diyor. İnsana verilen cüzi irade onun birbirine zıt yapılı mahiyetinden kaynaklanan bu aşağıların aşağısı ve yücelerin yücesi konum arasında bir sarkaç gibi gelip gitmesinde önemli rol almış olacaktır. Kısaca, insanın, hayvanlardan da aşağıya düşme ve meleklerden de yukarıya çıkma özgürlüğü ve ihtiyarına sahip olabilen bir varlık olarak yaratıldığı söylenilebilir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.