Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.51
  • EURO
    34.95
  • ALTIN
    2435.6
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64049.93$

YABANCILAŞAN ŞEHİR

05 Şubat 2021, Cuma 08:51

Saatlerce yürüdüm.

Ne aradğımı bilmeden.

Arıyor muydum?

Arıyordum.. Aradığımı bulduktan sonra, karşısına geçip bakmak istiyordum.

Duygularım ve hayallerim dehşetli bir fırtınaya yakalanmış  ve beni bir yerden başka bir yere sürüklemeye başlamıştı. Tek başına yürürken cadde ve sokaklarda hüzün yağmurları da ince ince üstüme düşüyordu. Görmek istediklerimi göremezsem ne olacaktı, ne yapacaktım?

Ne yapabilirdim ki, hüznün derinliklerinde nefes almaya çabalamaktan başka?

Bir ara..

Yüremeli mi yoksa geriye dönmeli miyim? diye düşündüm.

Karar verdim.. Yürüyecektim.

“Varsın yağsın.. Ne kadar hüzün yağmuru varsa  üstüme Islanayım olabildiğince” dedim.

Zaten atmaya başladığım adımlarda görme duygularımı kamçılamaya başlamıştı. Geriye dönüş imkasız hale gelmişti..

Çocukluğumun geçtiği ve bizi şehirli yapan Karatay Bölgesi’ndeyim.

Arabayı çektim yolun kenarına.

İlk olarak Saman Pazarı’nı aradı gözlerim..

Saman Pazarı’na komşu Hayvan Pazarı’nı da aradım.

Aslanlı Kışla’yı aradım.

Yerlerinde yoktular.. “ Olmaması gayet normal” dedim, kendi kendime..

Oralarda bizim içine hiç girip oturmadığımız sıra sıra kahvehaneler de vardı.. Kimisinde kumar oynatıldığı, kimisinde de horoz dövüşlerinin yapıldığı söylenirdi. Önlerinden korka korka geçerken   gözümüzün ucuyla bakardık hangi külhan birisinin yakasından tutup dışarıya çıkartacak ve attığı  bir yumrukla yere serecek, diye.. Çocukluk işte olur böyle meraklar.

Aslanlı Kışla’nın yerinde,  bugün MKM var.

Hayvan Pazarı’nın bulunduğu yerin karşısında Hilton var.

Saman Pazarı’nın bulunduğu yerde Baro’nun sosyal tesisleri var.

Dedim ya, normal bunlar.

Devir değişirken orda duracak değil ya  Saman Pazarı, Hayva Pazarı ve sıra sıra kahvehaneler.?

Lakin insanı gene de bir hüzün sarıyor ister, istemez. Hasret, eskiye koşuyor dörtnala ve siz onu durduramıyorsunuz.

O bölgede bulunan Topraklık Mahallesi’ne baktım, yoktu.

Yolun iki tarafında sık aralıklarla dikilen akasyalar, beyaz çiçekler açardı mevsiminde.

Yazın gölgesinde oturup dinlenirdi insanlar,” başıma sıcak geçmesin” diye. Yağmur yağarken de  her biri kocaman bir semsiye olur, korurdu insanları ıslanmaktan.  Her mahallede olduğu gibi bu mahallede de aşıklar vardı.  Bazı aşklar diller de destandı. Lakin aşıklar akasyaların altında buluşup öpüşmezlerdi. Aşklar asildi. Aşıklar terbiyeliydi. 

O dev gövdeli akasyalar yok şimdi.

O aşklar da yok.

Yürüyorum.. Yapayalnız..Gündüzün tam ortasında ama karanlıklar içinde.

Yalnızlık iyi geliyor ara sıra bana.  Düşünüyorum.. Düşünürken de daha çok hüzünleniyorum. Sonra hüzün ve elem silkelemeye başlıyor bütün hayallerimi.  Kaybettiğimiz değerlerin, varlıkların hasretini yaşarken, yaşadığımız anın ne kadar kıymetli olduğunu da daha iyi anlıyorum.

Akçeşme İlkokulu’nun önünde durarak etrafa bakıyorum,bu şehri ilk defa gören bir insan gibiyim. Topraklık Mahallesi’nde olduğu gibi  dehşetli bir labirent çıkıyor karşıma.

Sırt sırta vermiş binalar, binalar.. Ne görsellikleri ne de güzellikleri var. Rant denen çirkef ele geçirmiş oraları da şehrin bir çok noktasında olduğu gibi. “Olur da bu kadar mı olur?” demekten, alamıyorum kendimi.

Akçeşme İlkokulu bir tarafında kalan yüksek binalar arasında kaybomuş.

O aralarda tarihi Çukur Camii vardı, onu aradım..

Buldum fakat o da yüksek binalar arasında sıkışıp kalmış.

Karşıma baktım..  Üzerinde “Mengüç Caddesi” yazılı bir demir yığını gördüm.  Cadde trafiğe kapatılıp, yayalaştırılmış.. Lakin yaya maya yok ortada..  Caddenin girişindeki küçük parkta  güney komşumuz ülkeden gelen kadınlar vardı sadece.

Bir sürü çocukluk anımın merkezlerinden birisi olan Mengüç  Caddesi’nde yürürken hüzün yağmurları da şiddetini artırmaya başladı. Gök gürlüyor ve şimşekler çakıyordu beynimde. Sonra hüzün yağmurları durmadan yağıyordu. Islandım, iliklerime kadar.

Restorasyon, adı altında o sıra sıra güzelim evler, konaklar beyaza boyanmış bir baştan öbür başa.  Kapılar ve pencereler de aynı şekilde vernik  benzeri bir boya  çirkinleştirilmiş. Tek tip olması şart mıydı, onca eski  evin ve eski konağın?  İç bakımları, duvar bakımları yapıldıktan sonra, dış kısımlar üzerlerindeki orijinal  renk boya ile boyansa daha iyi olmaz mıydı?”Bu iş her şehir de böyle oluyor” mavrası, kurtarmaz vaziyeti. Ayrıca burası, her şehir gibi bir şehir değil, bilmek gerekir bunu.

Adımlarım ağırlaşıyor ve daraldığımı hissediyorum, Mengüç Caddesi’nde iki tarafım beyaz boyalı evlerin ve tarihi konakların arasında yürürken.

Eski dükkanlar gözümün önünden gelip geçiyor tek tek.

Köşe başındaki sütçü.

Biraz ötesinde ayakkabı tamircisi.

Karşı tarafta bir kaç bakkal.

Sonra  bir kaç dükkan daha, ne iş yaptıklarını hatırlayamadığım. Fakat  daha çok da tek katlı, iki, üç katlı ve avlulu evler, konaklar. Sille taşı ile döşenen avluların tam ortasında küçük havuzlar olur, havuzların kenarlarına yerleştirilen  rengarenk  çiçeklerle görenleri mest ederdi. Üzüm asmalarının dalları oluk biçimindeki duvar  kiremitlerin üzerinden sokağa sarkardı.

Mengüç Caddesi’nde farklı zamanlarda  kiracı olarak oturduğumuz iki bahçeli ev vardı.

O sokaklara girdim. Girmezsem olmazdı.

İlk girdiğim çıkmaz sokağın başında  hemen ileride bir kalabalık gördüm.. Horoz mu, tavuk mu, hindi mi  ne olduğunu anlayamadığım 5-6 tane kümes hayvanı ortada dolaşıyordu. Renkleri siyahtı. Görünüşte de bizimkilere hiç benzemiyorlardı..Onların hemen yanında sandalye cinsinden bir malzemenin üstünde adamı gördüm.  Yanında yer de oturan 3-4’de kadın vardı. Anlamakta gecikmedim,  sokağın artık bizim sokak olmadığını. Selam verdim, selamamı aldı ilk gördüğüm adam.  Bizim oturduğumuz eve baktım tamamen yıkılmıştı geniş avlusunda da 6-7 kişi olduğunu sandığım adamlar vardı.. Kendi aralarında benim bilmediğim bir dille gürültülü bir şekilde konuşuyorlardı.

Eskimiş, yıkılmış başka evler de vardı çıkmaz sokağın içinde.

Hepisinin avlusunda  4-5 güneyli adam vardı.

Benim onları değil ama onların beni yadırgadığını hissettim. Bana “yabancı” gibi bakıyorlardı. Sanki “Bu adamın bu sokakta ne işi var?” dercesine, yürüyüşümü takip ettiklerini düşündüm.

Ordan kiracı olarak oturduğumuz diğer sokağa geçtim.

Gördüklerim, ilk girdiğim sokaktataki manzaralardan farklı değildi.

Piri Mehmet Paşa Çarşısı’na doğru yürüdüm.

Geçenlerde yıkılan Mevlana Çarşısının yerinde Üzüm Pazarı vardı.

Üzüm pazarının Aziziye Camii’nin hemen karşısındaki girişinde balıkçılar,buzcular,gıdacılar vardı.

Mis gibi natüreldi çarşı.

Dükkanların önünde küçükbaş hayvanların ipliğinden örülen geniş ve derin çuvallarda çeşitli gıda maddeleri olurdu.

İnsanlar sırtında heybe bu dükkanlara gelir ve evine ne lazımsa alıırdı.

Sadelik ve doğallık hayata hakimdi.

Kadınlar Pazarı..

Bu şehirde yaşayan ve şehir hassasiyeti olan bir insan olarak  Kadınlar Pazarı bizde vicdan yarası.

Sen orayı yık.. Kafes şeklinde bir beton yığını yap.

Dolaştım Kadınlar Pazarı’nın etrafında.

Çarşılar, eski çarşı değildi.

Sobacılar içinineski halinden eser yok.

Tarihi Buğday Pazarı da yok.

“Madem yürüyorum  Sarıyakup’a, Devrim Ortaokulu’na doğru  da yürüyüm” dedim.

O tarafa giderken..

Cıvıloğlu Camii’nin önünde durup, baktım.

Cami yerinde lakin Cıvıloğlu Sokağı yoktu.. Cıvıl, cıvıl Cıvıloğlu Sokağını dev kepçelerle yıktıktan sonra dev kamyonlara yükleyip götürüp çöplüğe atmışlardı, tarih kokan nice mekanlar gibi.

 Fuzuli’den  bir beyt  düştü aklıma ve başladım mırıldanmaya: “Hayaliyle tesellidir gönül meyli visal etmez. Gönülden taşra  bir yar oldun aşık hayal etmez.”

Necip Fazıl’ın bohem  hayat yaşadığı dönemlerdeki “Kaldırımlar” şiiri de, saatlerdir dilimdeydi ve mırıldanıp duruyordum . Gündüzün tam orta yerinde bana karanlık görünen kaldırımların üstündeydim.

Hanlar, hamamlar, tarihi çarşılar yıkılmış ve her biri yerle yeksan olmuş.

Normal ve normal olmayanlar bir aradaydı.

Sarıyakup Caddesi’nin tam başında dikilip baktım etrafa.

Sol tarafımda köşe başında  çirkin görünümlü bir bina.

Sağ tarafımda da Uluırmak’ın girişinin köşesine yapılan  ve siyaha yakın dış cephe ile kaplanan büyük bir bina.

Dönüyor ve  2-3 kilometre kadar ötede bıraktığım arabama doğru yürüyorum.

Zihnim yorgun ve perişan.

Ayaklarımdan ziyade aklım ve hayallerim yorgun ve umutsuz.

Görüyorum, bakıyorum ve yoruluyorum.

Üstüme düşen hüzün yağmurları altında ıslanıyor ve üşümeye başlıyorum.

Şehrin  yeniden inşaası ve raht uğruna  ruhunu kaybettiğini düşünüyorum.

Başkaları ne düşünür elbette bilemem..

Ben..

Bana yabancılaşan bir şehirde yaşadığımı düşünmeye başladım.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.