Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.51
  • EURO
    34.97
  • ALTIN
    2431.4
  • BIST
    9793.94
  • BTC
    64141.51$

Tarih’in Görmezden Gelinen İkazı (2)

11 Haziran 2020, Perşembe 08:52

Kafkas Halklarının Trajik Mücadelelerinden zihnime takılıp da beni bu günlüğü yazmama neden olan ifadelerden de söz etmek isterim. Kafkas kökenli bir dernek üyesi hamım, 1861-1967 yılları arasında Şeyh Şamil’in uzun süren mücadelesinde esir düşmesinden sonra Çar I. Nikola’nın ve Osmanlı Sultanı Abdulaziz’in anlaşmasıyla Kafkas Halklarının yurtlarından başka coğrafyalara tehcir edilmesi kararı çıkar. Karadeniz’in Kuzey Doğu sahillerine yığılan halk ulaşıma elverişli olmayan ve istiab haddinin üzerinde yolcu bindirilen gemilerle Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna ve Köstence limanlarına doğru denize açılırlar.

Haftalar süren yolculuk sırasında sıkışıklık, izdiham ve açlıkla gayrı insani duruma, yani susuzluğa dayanamayan yaşlılarla, bebekler ölürler. Ölenler denize atılmaktadır. Anneler ölen bebeklerini denize atmamak için onları göğüslerine tutup emziriyor görüntüsü verirler. Ancak birkaç gün sonra kokmaya başlayınca ellerinden alınıp denize atılmaktadır. Bu sahneyi kaldıramayan bazı anneler de denize atlayarak intihar ederler.

Hadiseleri anlatan dernek mensubu bayan, 1992 yılında atalarımızın anlattığı, kendisinin hiç görmediği ata yurduma gittiğini anlatırken, “Uçak mı helikopter mi olduğu belli olmayan bir hava aracıyla yukarıdan dağlarımıza bakarken sanki her kayanın arkasından bir atlı çıkacakmış gibi bir hisse kapıldım”, diyor.

Düşmanını bile saygıya mecbur eden ama 1859’de yenilerek esir düşen ve Çarın izniyle 1869’da Hacca giderken İstanbul’a uğrayan Şeyh Şamil’i, Sultan Abdülaziz Galata Rıhtımında törenle karşılayıp, “Şeyhim, babam Mahmut Sani (II) mezardan kalkıp gelseydi, bu kadar heyecanlanmazdım”, der. O da “sultanım bana uzatılan bu eli 1853’te (Sultan Abdülmecid dönemi) Kafkasya’da biz çok bekledik, o el ancak şimdi uzandı”, der. 1870 Ocağında Hacca gitmek için İstanbul’dan ayrıldı. 1871 yılında da Medine’de vefat etti. (TDV Ansiklopedisi).

Bize gönül bağlayanlara zamanında ulaşmadığımızda bu tür trajik durumlar daha çok yaşanır. İmparatorluk kuran toplumların güçsüz olma lüksleri yoktur. Sadece Kafkas Halklarını mı, Balkan ve Ortadoğu, Kuzey Afrika Halklarını müstevlilerin insafına bırakmadık mı?  Hatta İmparatorluğun anakarası Anadolu’yu işgale maruz bırakmadık mı? Kendine umut bağlanan imparatorluk kurmuş toplumlar “Zirveden sonra zeval yakındır” uyarısını akıllarından çıkartmamaları gerekir.

 

Anadolu’nun Arkeolojik Kalıntıları Üzerine

 

Bir beldenin, bir yörenin, hatta bir ülkenin tarihte geçirdiği zaman içinde pek çok dinlere, ırklara ve kültürlere ev sahipliği yapması, bunların etkilerini taşıması mevcut durumunun aşağılanmasına ve küçümsenmesine karine teşkil etmez, aksine o beldenin, yörenin ve ülkenin dünya kültüründen daha çok beslendiğine ve bu zengin birikimi mevcut kültür dokusu içinde erittiğine işarettir ki, bu onura pek az belde, yöre ve ülke sahip olabilir.

 

 Uygarlığımızın büyüklüğünün ve köklerinin derinliğinin bilincinde olamayan bir kısım okur-yazar, Anadolu’daki yerleşim yerleriyle dağ, tepe, nehir, ovaların antik Yunanca ve Latince isimleriyle anılmamasını, Anadolu’daki İslam ve Türk kalıntılarının dışındaki Âsâr-ı Atika’nın toprak üzerine çıkartılmaması gerektiğini, aksi takdirde Anadolu’nun gerçek sahiplerinin biz olmadığımız tezini işleyen ünlü ‘Şark Meselesi’ni gündeme getiren yabancıların ekmeğine yağ sürüleceği görüşünü işlemektedirler. Hatta arkeolojik kazı çalışmalarını bir kısım tarihçiler, ‘Türk maliyesi ile Pagan kültürlerin ihya edildiğini, bunun da ‘bindiğimiz dalı kesmek’ anlamına geldiğini dillendirmektedirler.

 

 Ulusumuzun bekası için taşıdıkları kaygıyı saygıyla karşılamakla birlikte gündeme getirdikleri gerekçelerin günümüzün ‘düşüncede açıklık’ görüşüyle uyuşacağını sanmıyorum. Malumu (ilam, bilinen) açıklamaya çalışmak da, malumu gizlemeye uğraşmak da anlamsızdır. Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, aşağı yukarı Anadolu’da tarihi süreç içinde hangi kültürlerin yaşadığı bilinmektedir. Anadolu’daki gerek Bizans, gerekse daha önceki Luwi, Hittit, Frig, Asur, Pers, İskender Çağı, Seleukos, Roma çağlarının kalıntılarını bizim toprak altında gizleyebileceğimiz âsâr-ı atika’nın kaldığını sanmıyorum. Tabii bu, toprak altındaki eserlerin tümünün ortaya çıkarıldığı anlamına gelmemeli. Üstelik bugün için bunu gizlemenin imkanı da yoktur.

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.