Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2423.2
  • BIST
    9722.09
  • BTC
    64096.99$

SORULAR / SORUNLAR

20 Şubat 2016, Cumartesi 10:21

Hepinize en iyi dileklerimle huzur barış ve mutluluklar temenni eder, Ülkemizin kardeşlik dokusunun kilim gibi dokunarak tüm Türkiye sathında ses bulmasını ve akıl ve mantık çerçevesinden olayların süzgeçten geçirilip değerlendirilmesini vicdanlarınıza havale eder, şen ve esenlikler dilerim.

“Deliye her gün Bayram”  sözünden hareketle klişeleşmiş ifade kullanmak yerine acaba bu bayramı bizler gerçekten özüne uygun ve birbirimizi anlayıp destek vererek kutlayabiliyor muyuz? En yakınımızdan başlayarak en uzağımızda bulunan insanları anlayabilme ve dargınlıklara son verebilme noktasında kendimizi nasıl hissediyoruz? Sadece kendi Ülkemizin değil, dünyanın diğer coğrafyasında bulunan Müslümanlara karşı, eğer İslam olduğumuzu ilan ediyor ve İslam’ın kardeşliğinden dem vurabiliyorsak acaba kendimize verdiğimiz değer kadar diğer kardeşlerimize de aynı ölçülerde ne kadar değer veriyoruz ve onlara ne kadar yakınız ya da uzağız? İşte bunlara cevap verebiliyor muyuz? Samimiyetle… Yoksa yaptığımız her şey gösterişten mi ibaret?

Müslüman bir kimlikle yaşayan insanların birbirlerine karşı samimiyetle ve özünden geldiği gibi katkısız /katıksız/safiyane İslam’ın emrettiği şekliyle davranmaları gerekirken, fitnenin kuşatıp kendisini zihnen esir aldığı bir ortamda şeytani hislerle hareket ederek kendi kan ve canından olanlara karşı kimliksiz şer kokan davranışlar sergileyip birbirlerine düşürmekten zevk alan habis gönüllerin bu dünyadan zevk alarak rahat ve huzur içerisinde bulunmalarının ve gönül rahatlığı ile hareket etmelerinin mümkün olamadığını/olamayacağını söylemek istiyorum.

Kökünde büyüyen bir dalın ağaçtan kopup da ona karşı burun kıvıracağını hiç düşünmüyorum, ancak fitneye yel değirmeni olan zihniyetlerin açtığı gönül yarasının da, tıpkı İslami inançları ağır basan toplum ve ailelerin devlet olma bazında nasıl ki birbirlerine olmadık bahanelerle yüklenip sadece nefsanî çekişmelerin ve kırgınlıkların/kızgınlıkların pençesi altında hiç yoktan düşüp savaşmaları gibi, ailelerde maalesef bu girdabın içerisinde bir cendere gibi kaynayarak sırf dünyevi menfaatlerin tesiri altında olmadık şeytani zorlamalarla dargınlık ve küskünlük kapılarını aralayıp içeriye kimseyi sokmamaya gayret gösteriyorlar. Umarım ki kapattıkları bu kapıları cehenneme açılan bir kapı olmasın! Değilse,insanların vebalini alanların ve şeytani heva ve heveslerine boyun eğip  küskünlüğe ve dargınlığa zemin hazırlayanların akıbeti hayır olmasa gerek….

İster birey isterse toplum bazında olsun yaşadığımız coğrafyayı iyi ve güzel bir hale çevirmek birey olarak kişilerin elinde, ancak yine de tek yönlü bir davranışa yol almadan yönetiminde bulunanlarında bu konuda toplumun eğilimlerine/isteklerine/beklentilerine ve toplumun bizatihi yapısal şekline uygun hareket kabiliyeti kurup geliştirmesi ve vatandaş olarak addedilen kesimin alanını daraltmadan haklarını insani ölçüler çerçevesinde kullandırtması gerektiğini söylemek istiyorum. Böyle bir yapılanma hem yöneten hem de yönetilen açısından hakların kullanılması ve barış ortamının sağlam zemine dayandırılması noktasında kuvvetli bir fiiliyata dönüşmesini de sağlayacaktır.

Geçen hafta terör konusunda bir yazı kaleme almış ve bazı değerlendirmelerde bulunmuştum.İş döndü dolaştı ve içinden çıkılmaz bir tartışmaya dönüştü.Bazen öyle oluyor ki gayet normal seyrinde giden bir tartışmada üslup bozularak ortamın gerilmesine ve olmadık laflar edilmesine yol açabiliyor.   Hâlbuki bizler tartışma konusu yaptığımız bu veya benzeri başka konularda da aynen bizler gibi ister daha önceki zamanlarda olsun ya da günümüzde olsun ele alınan ve özelliklede Türkiye’nin yumuşak karnını oluşturan hassasiyet gerektiren konuların da devrin fikir üreten kalem oynatan düşünen kesimleri tarafından da ele alınıp tartışıldığını ve herkesin kendi zaviyesinden bakarak beyanlarda bulunduğunu biliyoruz yahut okuduğumuz kitaplardan böyle öğreniyoruz. Bu nedenle şu anda içinde bulunduğumuz hali ile Türkiye’nin rejim ve şekil olarak ne durumda olduğunu bu şekle nasıl geldiğini içinde yaşayan insanların nasıl ve şekilde bağlarla kanunlar önünde konumunun ne olduğunu bugün az çok okumuş araştırmış insanların bildiği kanaatindeyim.Bu nedenle tartışma edindiğimiz bir hususu ele alırken,daha önceki zamanlarda bize yol gösterecek kişi ve uygulamaların ya da düzenlemelerin iyi bilinmesi ve örnek alınması gerektiği kanaatindeyim.İmamı Azam Ebu Hanife’nin yaşadığı dönem,onun karşılaştığı zorluklar,zindana atılması ve baskılar karşısında gösterdiği dirayet ve en önemlisi de asla inancından taviz vermeden,nerede yaşarsa yaşasın ya da bulunsun inandığı ölçü ve çerçeveye bağlı kalarak bunun dışına çıkmayıp taviz vermemesi bizler için de ışık olacak bir gerçek değerdir.Kendi inançlarında örnek olmayıp da sadece lafla işgüzarlık yapanların peynir gemisinin yürümeyeceğini de hesap etmeleri gerekir.Bir öğretmenin anlatımdan ziyade yaptıklarıyla örnek olması nasıl ki öğrenciler katında bir değer ifade  ederse,toplumun kahir ekseriyetine önder olmuş bir imamında mensupları olduğunu söyleyenlerin mutlaka yapmaları gereken ve örnek olacak davranışlarının  olması gerektiğini hatırlatmakta yarar var..Kısaca laf mı yoksa hayırlı iş mi bunu tartışalım.Daha doğrusu yaşantımıza hayırlı işi koyalım ve hayırlı işlerde yarışalım.Kutuplarda yaşayan bir insanda eğer inanıyorsa kendisine neyi ölçü alacak bunu biliyorsak,o zaman kendi içimizde bu dokunun güçlenmesini  sağlayacak hep olumlu adımları atmak gerekir. Birbirimizle çekişmek kimlerin işine geldi? Kimler bu iç çekişmeden yarar sağladı? Bunları hakkiyle bilmek gerek tabiî ki.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.